Tamer Oyguç | Basketbol gelişti ama eski yıldızlar yok
"Basketbolun yaklaşık 40 senesine şahitlik etmiş birisi olarak bu sporun, geçmişten bugüne, nereden nereye geldiğini görüyorum... Basketbol artık tamamen profesyonel; işgücü ve maddi kazanç olarak da bir sektör... Yukarıyı hedefleyen takımlar hem Avrupa’da hem Türkiye Ligi'nde çok fazla maç oynuyor. Bu da teknolojiyi kullanma gerekliliğini ortaya çıkarıyor. Son yıllarda daha çok fiziki basketbol oynanıyor; ama birkaç örnek hariç eskisi kadar yetenekli oyuncu (Harun Erdenay, İbrahim Kutluay, Efe Aydan, Erman Kunter) bulmak zorlaşıyor."
08 Nisan 2023 - 15:41
RÖPORTAJ: TOLGA YENİGÜN
Uzun senelerdir basketbolun içerisindeki bir isim olarak bu sporun teknoloji ile beraber geçtiği süreci merak, heyecan ve şaşkınlıkla izliyorum. Yaşım itibari ile bugün hayatta olmayan abilerimizi de sahada seyretme; hatta aynı sahada oynama fırsatı bile buldum... Onların hepsi de birbirinden değerliydi.
'Bizim zamanımızda...' diye başlayan her cümle eskiden bizi ilgilendirmezdi; ancak şu anda bizler de bunu sıkça kullanır olduk. Gördüğümüz basketbol, dünü, bugünü ve hatta yarını ile yeniliğe çok açık gözüküyor.
Bizden önceki abilerimiz, basketbolu bez ayakkabılarla oynamışlar, açık sahada top koşturmuşlar ve en önemlisi de bugün sakatlıktan bile sayılmayan problemlerle sporu bırakmak zorunda kalmışlar.
Eski günlerin antrenman tempoları ve saatleri, salonların konforu bugün ile asla kıyaslanamaz. Şimdiki olanaklar o dönemde neredeyse hiç yoktu.
80'Lİ YILLARDA ABD'LİLERİ İZLEMEK BİLE KEYİFTİ
80'li yıllarda ABD'li oyuncular Türkiye’de boy gösterip basketbolun gelişmesi adına bir nevi misyonerlik yapıyorlardı. ABD'li oyuncuları -bazıları vasat bile olsa- seyretmek, onların spektaküler hareketlerini görmek basketbola keyif katıyordu. Billy Lewis, Paul Dawkins, Ron Haigler gibi oyuncuları izlemek efsaneydi!
80'li yılların sonunda TV'de yayınlanan Beyaz Gölge dizisi ve aynı döneme denk gelen ve Türkiye’de oynanan Avrupa şampiyonası elemesi challenge turu, ben dahil çoğu çocuğun basketbola başlamasına vesile oldu.
NBA maçlarını biliyorduk; ama izleyecek teknoloji yoktu... Basketbolcular, NTSC (ABD Frekansı) yayın yapan kanallarını takip ederken, bizlerin VHS kaset oynatan videoları da vardı... Mesela bugün NBA'de oynanan bir maç, 15 gün sonra Bebek’te olan bir video dükkanına geliyordu. Dükkan sahibi de o kaseti çoğaltıyordu, biz de ondan satın alıp, maçı ancak öyle seyredebiliyorduk! Orada gördüğümüz hareketleri uygulamaya çalışıyorduk... Aramızdaki konuşmalarda 'Magic Johnson böyle yaptı, Larry Bird şöyle attı' diyorduk. Kareem Abdul-Jabbar'ın hookshoot atışlarını da bu videolardan izledikten sonra yapmaya çalışıyorduk.
BUGÜN BAKINCA BİZ BASKETBOLU YÜRÜYEREK OYNAMIŞIZ!
İki devrelik 20 dakikalık maç ve 30 saniye hücum süresiyle, bugün baktığın zaman neredeyse yürüyerek oynanan bir basketbolun oyuncusuyum! Tabii ki bize o dönem hızlı geliyordu; ama şimdi eski maçlarımıza baktığımda inanılmaz fark var. Bizler başarı ve çok çalışmanın üzerine bireysel yetenekleri de ekleyerek bir yerlere geldik... Haftada yapılan iki antrenmandan, günde iki idmana geçen; kondisyon çalışmalarıyla basketbol ile atletizmi birleştirip, bir ritim yakalayan jenerasyonun oyuncularıydık...
Bizim için önemli olan savunma yapmak, bu savunma neticesinde hep bir fazlasını atmaktı! Amaç şutların girmediği bir günde de maçı savunarak kazanmaktı... Skorlar düşüktü belki, işin şov kısmı pek yoktu; ama netice odaklı basketbolumuzda hedefimizde hep kazanmak vardı.
Spor Sergi Sarayı atmosferini yaşamayan bilmez, hangi birini anlatmalı! Buz gibi salonu mu, ellerin soğuktan uyuşmasını mı, ağır yağ kokulu tostunu mu, salonda ışıkların üzerine yuva yapan kuşların dökülen samanlarını mı? Ama hatıramda kalan en güzel şey en fanatik iki taraftarın, yan yana maç seyredip takımlarını desteklemesiydi. Spor Sergi Sarayı olduğu için cumartesi ve pazar günleri peşpeşe 3 - 4 maç oynanırdı. Bazen de biz gençler küme maçlarını seyretmek için geç saatlere kadar beklerdik.
VE BÜYÜK BAŞARILARIN MABEDİ ABDİ İPEKÇİ SALONU AÇILDI...
Sonra geçtiğimiz senelerde yıkılan Abdi İpekçi Spor Salonu açıldı; inanılmaz lüks bir salondu. Bize göre en başta sıcaklığı, soyunma odaları ve saha parkeleriyle kocaman bir yerdi. İpekçi'nin açılış maçında Efes Pilsen ile Beslen'e karşı oynamıştık.
Orada oynadığımız her maç ayrı bir keyif, ayrı bir rekordu... Koraç Kupası'nı kazandığımız sezon, 12 bin 500 kişilik salonun, 17 hatta 18 bin seyirciye ulaştığını çok kez gördüm... O dönemde Avrupa’da tek mücadele eden takım Efes Pilsen olduğu için tüm taraftarlar kendi formalarıyla Efes maçlarına geliyordu ve bizi destekliyordu.
Efes Pilsen'in başarıları, tüm takımlara örnek oldu... 2000'li yıllarda Fenerbahçe Ülker, Galatasaray, Beşiktaş ve birçok takım basketbola yatırım yapmaya başladı ve Türk basketbolu ismini Avrupa’da duyurdu.
REAL'E BARÇA'YA YENİLİNCE ÜZÜLÜR DURUMA GELDİK!
Real Madrid, Barcelona, CSKA gibi takımları televizyonlarda seyrederken, onları kendi sahamızda ağırlar hâle geldik... Hatta onlara yenildiğimiz zaman üzülür olduk! Basketbolumuz bu süreçte çok yükseldi, altyapılar büyük değer kazandı.
Ö dönemlerde oyuncu yetiştirmek çok önemliydi, Eczacıbaşı’nın yetiştirdiği basketbolcular, uzun seneler Türk basketbolunda söz sahibi oldu. Eczacıbaşı kapandıktan sonra da Anadolu Efes, uzun bir süre yetiştirdiği oyuncularla Türk basketboluna damga vurdu. Yetişen bu oyuncular, hem Anadolu Efes'te hem Avrupa’da hem de NBA'de forma giyer hâle geldi.
Her takımın kendi sahası oldu, maçlarını kendi seyircisi önünde oynamaya başladı. 2000'li yıllarda basketbol dört periyot oynanmaya başladı, hücum süreleri 24 saniyeye düştü ve kurallar değişti... Ve böylece basketbol hızlandı... Daha atlet ve fizikli basketbolcular boy göstermeye başladı. Yeni nesil genç oyunculardan fizikli olanlar tercih edildi.
Bu zaman zarfında yatırımlar arttı; Banvit diye bir takım kuruldu... Ve bu kulüp, bir oyuncu fabrikası gibi gençleri, sürekli piyasaya sürdü. Ayrıca bu basketbolcuları oynatarak birçok gence önayak oldu. Geçtiğimiz dönemlerde kapanarak bütün basketbolseverleri üzen Banvit'in oyunculari, bugün NBA dahil Türkiye’nin en önemli takımlarında forma giyiyor.
2000'Lİ YILLARDAN SONRA...
2000'li yılların ardından teknoloji o kadar arttı ki, artık bugün oynanan NBA maçını canlı seyredebiliyoruz, bunun yanında birçok takımımız yurt dışında mücadele ediyor. EuroLeague Kupası üç kez Türkiye’ye geldi, eskiden rakibi analiz edebilmek için yurt dışından kaset isterken, şimdi geldiğimiz nokta inanılmaz. Bir takımın 'hangi set oyununa nereden başlarsa nasıl oynadığını' ya da topu kimin kullanacağından, oyun kurucunun hareketlerine; hatta pilot oyuncularının pota altında hangi taraftan dönerse etkili olacağına kadar analizler var. İstatistikçiler ve özel programlar sayesinde bu veriler koçlara sunuluyor ve koçların işleri de kolaylaşıyor.
Bir de geçtiğimiz dönemlerde tek antrenör, antrenman yaptırırken; bugün ise takımların kondisyonerleri ayrı, fundamental koçları ayrı, bireysel koç (PT) ayrı, her oyuncu sezon öncesinde özel koçları ile çalışıyor... Halter, kondisyon programlarına bu koçlar karar veriyor ve dolayısıyla oyuncu sezona hazır geliyor.
Tabii ki bunlar teknoloji ile beraber gelişen olaylar, belki geçmişte bizler içinde bu olanaklar olsaydı başka şeyler konuşuyor olabilirdik... Mesela biz sırtımıza onca ağırlık alıp sıçrayarak patlayıcı gücümüzü arttırmaya çalışırdık; ama o dönemde omuriliğimize verdiğimiz zararın farkında bile değildik! Şimdi bu çalışmalar için özel toplar ve çeşitli lastikler ile vücuda zarar vermeden çalışma imkanı mevcut. Eski oyuncuların çoğunun bellerinde fıtık, omuzlarında yırtık, enselerinde kırıklar mevcut.
Basketbolun yaklaşık 40 senesine şahitlik etmiş birisi olarak geçmişten bugüne, nereden nereye geldiğini gözlemlemek mümkün... Basketbol artık tamamen profesyonel, işgücü ve maddi kazanç olarak da bir sektör... Yukarıyı hedefleyen takımlar hem Avrupa’da hem Türkiye Ligi'nde çok fazla maç oynuyor. Bu da teknolojiyi kullanma gerekliliğini ortaya çıkarıyor. Son yıllarda daha çok fiziki basketbol oynanıyor; ama birkaç örnek hariç eskisi kadar yetenekli oyuncu (Harun Erdenay, İbrahim Kutluay, Efe Aydan, Erman Kunter) bulmak zorlaşıyor.
Uzun senelerdir basketbolun içerisindeki bir isim olarak bu sporun teknoloji ile beraber geçtiği süreci merak, heyecan ve şaşkınlıkla izliyorum. Yaşım itibari ile bugün hayatta olmayan abilerimizi de sahada seyretme; hatta aynı sahada oynama fırsatı bile buldum... Onların hepsi de birbirinden değerliydi.
'Bizim zamanımızda...' diye başlayan her cümle eskiden bizi ilgilendirmezdi; ancak şu anda bizler de bunu sıkça kullanır olduk. Gördüğümüz basketbol, dünü, bugünü ve hatta yarını ile yeniliğe çok açık gözüküyor.
Bizden önceki abilerimiz, basketbolu bez ayakkabılarla oynamışlar, açık sahada top koşturmuşlar ve en önemlisi de bugün sakatlıktan bile sayılmayan problemlerle sporu bırakmak zorunda kalmışlar.
Eski günlerin antrenman tempoları ve saatleri, salonların konforu bugün ile asla kıyaslanamaz. Şimdiki olanaklar o dönemde neredeyse hiç yoktu.
80'Lİ YILLARDA ABD'LİLERİ İZLEMEK BİLE KEYİFTİ
80'li yıllarda ABD'li oyuncular Türkiye’de boy gösterip basketbolun gelişmesi adına bir nevi misyonerlik yapıyorlardı. ABD'li oyuncuları -bazıları vasat bile olsa- seyretmek, onların spektaküler hareketlerini görmek basketbola keyif katıyordu. Billy Lewis, Paul Dawkins, Ron Haigler gibi oyuncuları izlemek efsaneydi!
80'li yılların sonunda TV'de yayınlanan Beyaz Gölge dizisi ve aynı döneme denk gelen ve Türkiye’de oynanan Avrupa şampiyonası elemesi challenge turu, ben dahil çoğu çocuğun basketbola başlamasına vesile oldu.
NBA maçlarını biliyorduk; ama izleyecek teknoloji yoktu... Basketbolcular, NTSC (ABD Frekansı) yayın yapan kanallarını takip ederken, bizlerin VHS kaset oynatan videoları da vardı... Mesela bugün NBA'de oynanan bir maç, 15 gün sonra Bebek’te olan bir video dükkanına geliyordu. Dükkan sahibi de o kaseti çoğaltıyordu, biz de ondan satın alıp, maçı ancak öyle seyredebiliyorduk! Orada gördüğümüz hareketleri uygulamaya çalışıyorduk... Aramızdaki konuşmalarda 'Magic Johnson böyle yaptı, Larry Bird şöyle attı' diyorduk. Kareem Abdul-Jabbar'ın hookshoot atışlarını da bu videolardan izledikten sonra yapmaya çalışıyorduk.
BUGÜN BAKINCA BİZ BASKETBOLU YÜRÜYEREK OYNAMIŞIZ!
İki devrelik 20 dakikalık maç ve 30 saniye hücum süresiyle, bugün baktığın zaman neredeyse yürüyerek oynanan bir basketbolun oyuncusuyum! Tabii ki bize o dönem hızlı geliyordu; ama şimdi eski maçlarımıza baktığımda inanılmaz fark var. Bizler başarı ve çok çalışmanın üzerine bireysel yetenekleri de ekleyerek bir yerlere geldik... Haftada yapılan iki antrenmandan, günde iki idmana geçen; kondisyon çalışmalarıyla basketbol ile atletizmi birleştirip, bir ritim yakalayan jenerasyonun oyuncularıydık...
Bizim için önemli olan savunma yapmak, bu savunma neticesinde hep bir fazlasını atmaktı! Amaç şutların girmediği bir günde de maçı savunarak kazanmaktı... Skorlar düşüktü belki, işin şov kısmı pek yoktu; ama netice odaklı basketbolumuzda hedefimizde hep kazanmak vardı.
Spor Sergi Sarayı atmosferini yaşamayan bilmez, hangi birini anlatmalı! Buz gibi salonu mu, ellerin soğuktan uyuşmasını mı, ağır yağ kokulu tostunu mu, salonda ışıkların üzerine yuva yapan kuşların dökülen samanlarını mı? Ama hatıramda kalan en güzel şey en fanatik iki taraftarın, yan yana maç seyredip takımlarını desteklemesiydi. Spor Sergi Sarayı olduğu için cumartesi ve pazar günleri peşpeşe 3 - 4 maç oynanırdı. Bazen de biz gençler küme maçlarını seyretmek için geç saatlere kadar beklerdik.
VE BÜYÜK BAŞARILARIN MABEDİ ABDİ İPEKÇİ SALONU AÇILDI...
Sonra geçtiğimiz senelerde yıkılan Abdi İpekçi Spor Salonu açıldı; inanılmaz lüks bir salondu. Bize göre en başta sıcaklığı, soyunma odaları ve saha parkeleriyle kocaman bir yerdi. İpekçi'nin açılış maçında Efes Pilsen ile Beslen'e karşı oynamıştık.
Orada oynadığımız her maç ayrı bir keyif, ayrı bir rekordu... Koraç Kupası'nı kazandığımız sezon, 12 bin 500 kişilik salonun, 17 hatta 18 bin seyirciye ulaştığını çok kez gördüm... O dönemde Avrupa’da tek mücadele eden takım Efes Pilsen olduğu için tüm taraftarlar kendi formalarıyla Efes maçlarına geliyordu ve bizi destekliyordu.
Efes Pilsen'in başarıları, tüm takımlara örnek oldu... 2000'li yıllarda Fenerbahçe Ülker, Galatasaray, Beşiktaş ve birçok takım basketbola yatırım yapmaya başladı ve Türk basketbolu ismini Avrupa’da duyurdu.
REAL'E BARÇA'YA YENİLİNCE ÜZÜLÜR DURUMA GELDİK!
Real Madrid, Barcelona, CSKA gibi takımları televizyonlarda seyrederken, onları kendi sahamızda ağırlar hâle geldik... Hatta onlara yenildiğimiz zaman üzülür olduk! Basketbolumuz bu süreçte çok yükseldi, altyapılar büyük değer kazandı.
Ö dönemlerde oyuncu yetiştirmek çok önemliydi, Eczacıbaşı’nın yetiştirdiği basketbolcular, uzun seneler Türk basketbolunda söz sahibi oldu. Eczacıbaşı kapandıktan sonra da Anadolu Efes, uzun bir süre yetiştirdiği oyuncularla Türk basketboluna damga vurdu. Yetişen bu oyuncular, hem Anadolu Efes'te hem Avrupa’da hem de NBA'de forma giyer hâle geldi.
Her takımın kendi sahası oldu, maçlarını kendi seyircisi önünde oynamaya başladı. 2000'li yıllarda basketbol dört periyot oynanmaya başladı, hücum süreleri 24 saniyeye düştü ve kurallar değişti... Ve böylece basketbol hızlandı... Daha atlet ve fizikli basketbolcular boy göstermeye başladı. Yeni nesil genç oyunculardan fizikli olanlar tercih edildi.
Bu zaman zarfında yatırımlar arttı; Banvit diye bir takım kuruldu... Ve bu kulüp, bir oyuncu fabrikası gibi gençleri, sürekli piyasaya sürdü. Ayrıca bu basketbolcuları oynatarak birçok gence önayak oldu. Geçtiğimiz dönemlerde kapanarak bütün basketbolseverleri üzen Banvit'in oyunculari, bugün NBA dahil Türkiye’nin en önemli takımlarında forma giyiyor.
2000'Lİ YILLARDAN SONRA...
2000'li yılların ardından teknoloji o kadar arttı ki, artık bugün oynanan NBA maçını canlı seyredebiliyoruz, bunun yanında birçok takımımız yurt dışında mücadele ediyor. EuroLeague Kupası üç kez Türkiye’ye geldi, eskiden rakibi analiz edebilmek için yurt dışından kaset isterken, şimdi geldiğimiz nokta inanılmaz. Bir takımın 'hangi set oyununa nereden başlarsa nasıl oynadığını' ya da topu kimin kullanacağından, oyun kurucunun hareketlerine; hatta pilot oyuncularının pota altında hangi taraftan dönerse etkili olacağına kadar analizler var. İstatistikçiler ve özel programlar sayesinde bu veriler koçlara sunuluyor ve koçların işleri de kolaylaşıyor.
Bir de geçtiğimiz dönemlerde tek antrenör, antrenman yaptırırken; bugün ise takımların kondisyonerleri ayrı, fundamental koçları ayrı, bireysel koç (PT) ayrı, her oyuncu sezon öncesinde özel koçları ile çalışıyor... Halter, kondisyon programlarına bu koçlar karar veriyor ve dolayısıyla oyuncu sezona hazır geliyor.
Tabii ki bunlar teknoloji ile beraber gelişen olaylar, belki geçmişte bizler içinde bu olanaklar olsaydı başka şeyler konuşuyor olabilirdik... Mesela biz sırtımıza onca ağırlık alıp sıçrayarak patlayıcı gücümüzü arttırmaya çalışırdık; ama o dönemde omuriliğimize verdiğimiz zararın farkında bile değildik! Şimdi bu çalışmalar için özel toplar ve çeşitli lastikler ile vücuda zarar vermeden çalışma imkanı mevcut. Eski oyuncuların çoğunun bellerinde fıtık, omuzlarında yırtık, enselerinde kırıklar mevcut.
Basketbolun yaklaşık 40 senesine şahitlik etmiş birisi olarak geçmişten bugüne, nereden nereye geldiğini gözlemlemek mümkün... Basketbol artık tamamen profesyonel, işgücü ve maddi kazanç olarak da bir sektör... Yukarıyı hedefleyen takımlar hem Avrupa’da hem Türkiye Ligi'nde çok fazla maç oynuyor. Bu da teknolojiyi kullanma gerekliliğini ortaya çıkarıyor. Son yıllarda daha çok fiziki basketbol oynanıyor; ama birkaç örnek hariç eskisi kadar yetenekli oyuncu (Harun Erdenay, İbrahim Kutluay, Efe Aydan, Erman Kunter) bulmak zorlaşıyor.
YORUMLAR