Kimi sevsek kapandı!
"Türkiye'de basketbolun lokomotifi olan Eczacıbaşı da, daha sonra transfer olduğum Paşabahçe de aynı mutsuz sonla karşılaştı. Bizim şansımıza, oynadığımız, sevdiğimiz kulüplerin kapanması çok enteresan oldu.”
06 Haziran 2020 - 13:26 - Güncelleme: 06 Haziran 2020 - 13:40
BERTAN ERMAN
Geçmişe gitmek gerçekten çok güzel. Hele ki büyüklerimin anlattığı ve benim de televizyonlardan, internetten gördüğüm, renkli mi renkli 1980’li yıllara ve 1990’lı yılların başlarına gitmek bayağı güzel. O dönem tekniğin ve rekabetin öne çıktığı basketbol insanı cezbediyor.
Bu seferki röportajımda, 1980’lerin Türk basketboluna önemli izler bırakmış, Eczacıbaşı ve Paşabahçe ile adı anılan Ufuk Pek ile konuştuk. Her ne kadar Ufuk Ağabey ile yüz yüze röportaj yapmak istesem de pandemi nedeniyle telefonda konuştuk. İnşallah şu zorlu günleri en yakın zamanda atlatırız ve yüz yüze de görüşürüz.
SALONU OLAN TEK KULÜPTÜ
1992 öncesine kadar birçok oyuncunun yolu bir şekilde Eczacıbaşı’ndan geçiyor. Ufuk Pek de 1974 yılında, henüz 11 yaşındayken bir zamanların mavi beyazlı ekibine (şimdiki renkleri turuncu-siyahbeyaz) girişini yapmış, basketbola burada başlamış ve 5 sezon profesyonel takımında oynamış bir isimdi.
Ufuk Pek, 1982 yılında, henüz 18-19 yaşlarında Eczacı’nın profesyonel takımına geçmişti. O dönem bu örneklerin çok sık görüldüğünü söyledim; bunun nedenini şu şekilde anlattı:
“Eczacıbaşı’nın sistemi çok iyiydi. Düzeni, salonu olan tek kulüptü. Bunlar çok büyük bir avantajdı küçük çocuklar için. Basketbol spor okulları o zamanlarda başlamıştı. Cumartesi ve pazar günleri antrenmana diyerek gitmeye başladık. Seçmeleri olurdu. Diğer kulüplerde böyle bir şey yoktu. Çünkü salonları yoktu. Herkes antrenmanlarını, yıldız ve genç takım maçlarını Spor Sergi’de yapardı. O salon bu salon diye bir kavram yoktu. Bir de Bağlarbaşı (Burhan Felek Spor Salonu) vardı. İstanbul’da bütün maçların oynandığı 2-3 yer vardı. Şu an profesyonel takımların düzeni, Eczacıbaşı’nda o tarihlerde vardı. Ben böylesini ne gördüm ne de rastladım. 'Hâlâ daha bu boyutlara yaklaşabilen var mı?' diye tartışılır.”
Bu sözlerden sonra aklıma gelen ilk isim, şüphesiz Şakir Eczacıbaşı oldu. İlk röportajımda, Necati Güler de Şakir Eczacıbaşı’nın ne kadar özel bir iş insanı ve spor kulübü yöneticisi, hatta ötesi olduğunu anlatmıştı. Ufuk Pek de, “Spora, sanata çok düşkündü. Çok güzel bir ortam kurmuştu. Neredeyse bütün oyuncular oradan yetişirdi. Bir dönemin oyuncularına baktığın zaman, muhakkak Eczacıbaşı’nda oynamış, altyapısından gelmiş en az 3-5 oyuncuya rastlardık ki, ligin neredeyse yarısı Eczacıbaşı’nda oynadı” diyerek merhum Şakir Eczacıbaşı’nın yaptığı işin ne kadar büyük olduğunu bir kez daha vurguladı.
VE AYRILIK VAKTİ GELDİ
Ufuk Pek, Eczacıbaşı’nda Aydan Siyavuş ile kurulan hanedanlığın son dönemine yetişmişti. 1982 yılında şampiyonluğu gören Pek, Mehmet Baturalp döneminde Eczacı’nın şampiyon olduğu 1987-1988 sezonunda Paşabahçe’ye transfer olmuştu.
Lakin, kendisinin oynadığı zamanlarda şampiyonluğun sinyallerini verdiklerini söyledi. 1987 yılında takım kaptanı olan Ufuk Ağabey’in Paşabahçe’ye transferi bir hayli enteresan şekilde gerçekleşmiş:
“Şakir Bey (Eczacıbaşı) aynı zamanda benim nikah şahidimdi. El sıkıştık. Hüzünlü oldu ama; para konusunda… O zamanlar uçuk rakamlar yoktu. Elini sıktık ama içimde de şöyle bir şey oldu, ‘Buraya hizmet ediyoruz, her şeyimizi veriyoruz; tamam’ dedim. Ama evlenmişsin, artık ev geçindiriyorsun. Fakat Paşabahçe’den enteresan bir teklif gelince…
Yani o günü hiç unutamıyorum. İlk defa hayatımda el sıkışıp, sonra Paşabahçe’ye imza attım. Kulüpten ayrılmak beni çok üzüyordu. O ortamda çok güzel günler geçirmeye başlamıştık ve daha güzel günlerin geleceğinin habercisi durumundaydı. Sonra da düşünüyorum. Tamam, iki şampiyonluk gitti o seneki hamlemle.
Kariyerine 1 - 2 şampiyonluk daha koymak güzel; ama ileriki günlerde bu da bir yere kadar oluyor. Ondan sonra paran var mı, yatırımını yapabildin mi? Sonra gördük ki; kimse kimseyi tanımıyor. O yüzden bir süre sonra 'İyi ki transfer olmuşum' dedim. Böyle olmasını istemezdim; ama aynı durum diğer oyuncuların başına da gelmeye başladı. Orhun Ene Paşabahçe’ye transfer oldu. Tamer Oyguç Efes’e gitti. Diğer oyuncular başka yerlere…
HEGEMONYA UZUN YILLAR DEVAM EDEBİLİRDİ
İster istemez o hegemonya bitti. Halbuki bu yıllarca devam edebilirdi. Eğer kapatmasalardı, alttan aynı düzen devam ederdi, eski oyuncuları antrenör olarak devam ederdi. Aynı bünyede yeni antrenörler, oyuncular yetiştirmiş olacaktık. Böyle devam ederdik gibi gözüküyordu.
Sorarsan, Türkiye’deki gelmiş geçmiş en büyük kulüp olarak Eczacıbaşı’ndan başkasını diyemem. Tabii ki Efes’in, Fenerbahçe’nin, Tofaş’ın, Tek Süt Bandırma’nın yaptıklarına saygı duyuyoruz; ama Eczacıbaşı bu işin lokomotifi, başlangıcıdır.”
Hangi efsane basketbolcu ile konuşursam, Eczacıbaşı’nın ortamı beni büyülüyor ve o takımda oynamış herkese şu soruyu sorasım geliyor; şu an devam ediyor olsalardı, bir EuroLeague takımı olurlar mıydı?
Ufuk Pek’in de cevabı da 'Evet' ve bunu, “Kesinlikle ve kendi yetiştirdiği oyuncular ağırlıklı bir takımla. Hep öyle gitti. Sonra bir aksama olur muydu; bilemiyorum; ama o şartlardaki kulübün durumu bu. Düşünün ki bize 1970’li yıllarda NBA maçlarının kasetleri gelirdi. Bunlar hiçbir yerde yoktu. Biz o maçları seyrettik. Soyunma odalarımız ayrı, restoranımız ayrı. Kıyafetlerimiz ayrı yıkanırdı. Tam bir profesyonellik ve düşünün; salonların olmadığı yıllarda. Muhteşem bir olaydı. Az para alsan bile, orada kalmak istiyordun. Biraz büyüyünce, evlenince, insan maddi durumu düşünmek zorunda kalıyor; ama Eczacıbaşı benzeri görülmemiş bir kulüp. Zaten voleybolda aynı şekilde devam ediyor.”
PAŞABAHÇE KOLEJ HAVASINDAYDI
Paşabahçe, köklü bir kulüp olmasına karşın 1987-1992 yılları arasında 1. Lig’de (Şimdiki BSL) mücadele etti. Ufuk Pek de İstanbul Anadolu Yakası ekibinin bu dönemdeki tüm takımlarında forma giymiş bir isim. Esasında iyi bir kulüp olma yolunda ilerlediklerini söyleyen Ufuk Ağabey, Paşabahçe’nin neden kapandığını şu şekilde açıkladı:
“Salonu yoktu. Antrenmanları Kadıköy’de bir salonda yapıyorduk. Taşıma su ile dönüyordu. Halbuki maddi manevi çok acayip yerlere gelebilen, ki geldik de zaten; 2 kez final oynadık, Türkiye Kupası’nı kazandık, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kaybettik. Orası da esasında kolej havasında bir takımdı. Esasında çok iyiye doğru gidiyordu; fakat fabrikada grevler oldu. Takıma ödenen paralar göz önüne çıkmış ve çok konuşulmaya başlanmıştı fabrikada.
Paşabahçe şu anda olsa, EuroLeague’de oynayacak bir takım olurdu. Maddi olarak Şişecam’ın bir gücü vardı. Oraya da yazık oldu. Bizim şansımıza, oynadığımız, sevdiğimiz kulüplerin kapanması çok enteresan oldu.”
JORDAN'LA İDMAN DEDİLER AKLIM ÇIKTI!
Ufuk Pek’in 1988 yılında dizinden yaşadığı bir sakatlık dönemi var ve bu süreci Chicago’da atlatırken, karşısında birçok şans çıkmış. Chicago Bulls ve Michael Jordan ile aynı antrenman salonunda olmak gibi…
“Ben o kadar şanslı bir yıl geçirdim ki… Biliyorsun, Jordan ve The Last Dance muhabbetleri şu ara epey gündemde. Ben 1988 yılında sol dizimden menisküs oldum ve atroskopi ameliyatı Türkiye’de başlamamış. Dizini keserek ameliyat yapıyorlar ve belki de bütün senen gidecek. Ben de şans bu ya, Chicago’da yaşayan baldızımın vasıtasıyla, Chicago Bulls’un doktoru John Hefferon’dan randevu aldım. The Last Dance’i izleyenler görmüştür o doktoru.
Ben oraya ameliyata gittim. Ameliyata gittikten sonra Hefferon ile Türkiye ve basketbol üzerine muhabbet ettik. Ameliyat oldum ve beni yürüyerek çıkarttı. Arkadan, ‘Sana bir sürprizim var’ dedi. ‘Nedir doktor bey?’ diye sordum. Bana, ‘Michael Jordan ve Chicago Bulls’un antrenman yaptığı yerde seni fizik tedaviye götüreceğim’ dedi. Benim de aklım çıktı. Şaka mı, gerçek mi? Biraz tereddütte kaldım. Bana bir kart verdi. ‘Seni şu saatte karşılayacaklar’ dedi.
Hazırlığımı yaptım. Antrenman yaptıkları yerin kapısına geldim. Otomatik kapı, güvenlikler… Belgeselde görmüşsünüzdür. Jordan’a bandaj saran, fizik tedavideki çocuk beni karşıladı. İçeriye girdim ve şok vaziyetteyim. Merdivenleri çıktım. Tribüne beni aldılar ve gözlerime inanamadım. Michael Jordan, Scottie Pippen, Horace Grant… O dönem takımda kim varsa, hepsi karşımdaydı. Phil Jackson başlarında. Hayatımın en enteresan günleriydi yani.
Sonra Türkiye’ye geri döndüm. Paşabahçe’de devam ettim. 1994’te basketbolu bıraktıktan sonra Chicago’ya yerleştim İkinci three-peat döneminde bütün maçlara gitmişliğim var. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Ondan sonra Orhun Ene olsun, Ufuk Sarıca, Hakan Yörükoğlu, Hüsnü Çakırgil, Ömer Saybir, Ömer Büyükaycan… 10-15 kişiyi ameliyat için oraya gönderdim. John Hefferon dayanamadı ve bu nedir deyip Türkiye’ye geldi! Daha sonra bir gece kulübünde Michael Jordan ile aynı yerde yarım saat vakit geçirdim. Yanında korumaları var. Görüşemiyorsun, fotoğraf çekemiyorsun vs.”
Son olarak Ufuk Ağabey’e, oynadığı takımların ve şu an kongre salonu olan Spor Sergi’nin geri dönmesini isteyip istemediğini sordum. Cevabı çok netti: “Yüzde yüz yani. Çok değişik bir renkte gelirdi. Kesinlikle. Spor Sergi’ye eski hâliyle kimseyi sokamazsın; ama Darüşşafaka’nın yeni spor salonu gibi dizayn edilse nefis olurdu. Paşabahçe ve Eczacıbaşı da maddi manevi, Türkiye’de basketbol değerini yukarıya çıkartırdı.”
TİPLEME
- En beğendiğiniz koç?
- Aydın Örs
- En beğendiğiniz oyuncu?
- Hidayet Türkoğlu
- En iyi ilk 5'iniz?
- Orhun Ene, Erman Kunter, Harun Erdenay, Ömer Büyükaycan, Efe Aydan
- En zorlu deplasmanlar?
- Karşıyaka ve Gaziantep Beslen
- İki kelime ile basketbol...
- Hayatın kendisi
Geçmişe gitmek gerçekten çok güzel. Hele ki büyüklerimin anlattığı ve benim de televizyonlardan, internetten gördüğüm, renkli mi renkli 1980’li yıllara ve 1990’lı yılların başlarına gitmek bayağı güzel. O dönem tekniğin ve rekabetin öne çıktığı basketbol insanı cezbediyor.
Bu seferki röportajımda, 1980’lerin Türk basketboluna önemli izler bırakmış, Eczacıbaşı ve Paşabahçe ile adı anılan Ufuk Pek ile konuştuk. Her ne kadar Ufuk Ağabey ile yüz yüze röportaj yapmak istesem de pandemi nedeniyle telefonda konuştuk. İnşallah şu zorlu günleri en yakın zamanda atlatırız ve yüz yüze de görüşürüz.
SALONU OLAN TEK KULÜPTÜ
1992 öncesine kadar birçok oyuncunun yolu bir şekilde Eczacıbaşı’ndan geçiyor. Ufuk Pek de 1974 yılında, henüz 11 yaşındayken bir zamanların mavi beyazlı ekibine (şimdiki renkleri turuncu-siyahbeyaz) girişini yapmış, basketbola burada başlamış ve 5 sezon profesyonel takımında oynamış bir isimdi.
Ufuk Pek, 1982 yılında, henüz 18-19 yaşlarında Eczacı’nın profesyonel takımına geçmişti. O dönem bu örneklerin çok sık görüldüğünü söyledim; bunun nedenini şu şekilde anlattı:
“Eczacıbaşı’nın sistemi çok iyiydi. Düzeni, salonu olan tek kulüptü. Bunlar çok büyük bir avantajdı küçük çocuklar için. Basketbol spor okulları o zamanlarda başlamıştı. Cumartesi ve pazar günleri antrenmana diyerek gitmeye başladık. Seçmeleri olurdu. Diğer kulüplerde böyle bir şey yoktu. Çünkü salonları yoktu. Herkes antrenmanlarını, yıldız ve genç takım maçlarını Spor Sergi’de yapardı. O salon bu salon diye bir kavram yoktu. Bir de Bağlarbaşı (Burhan Felek Spor Salonu) vardı. İstanbul’da bütün maçların oynandığı 2-3 yer vardı. Şu an profesyonel takımların düzeni, Eczacıbaşı’nda o tarihlerde vardı. Ben böylesini ne gördüm ne de rastladım. 'Hâlâ daha bu boyutlara yaklaşabilen var mı?' diye tartışılır.”
Bu sözlerden sonra aklıma gelen ilk isim, şüphesiz Şakir Eczacıbaşı oldu. İlk röportajımda, Necati Güler de Şakir Eczacıbaşı’nın ne kadar özel bir iş insanı ve spor kulübü yöneticisi, hatta ötesi olduğunu anlatmıştı. Ufuk Pek de, “Spora, sanata çok düşkündü. Çok güzel bir ortam kurmuştu. Neredeyse bütün oyuncular oradan yetişirdi. Bir dönemin oyuncularına baktığın zaman, muhakkak Eczacıbaşı’nda oynamış, altyapısından gelmiş en az 3-5 oyuncuya rastlardık ki, ligin neredeyse yarısı Eczacıbaşı’nda oynadı” diyerek merhum Şakir Eczacıbaşı’nın yaptığı işin ne kadar büyük olduğunu bir kez daha vurguladı.
VE AYRILIK VAKTİ GELDİ
Ufuk Pek, Eczacıbaşı’nda Aydan Siyavuş ile kurulan hanedanlığın son dönemine yetişmişti. 1982 yılında şampiyonluğu gören Pek, Mehmet Baturalp döneminde Eczacı’nın şampiyon olduğu 1987-1988 sezonunda Paşabahçe’ye transfer olmuştu.
Lakin, kendisinin oynadığı zamanlarda şampiyonluğun sinyallerini verdiklerini söyledi. 1987 yılında takım kaptanı olan Ufuk Ağabey’in Paşabahçe’ye transferi bir hayli enteresan şekilde gerçekleşmiş:
“Şakir Bey (Eczacıbaşı) aynı zamanda benim nikah şahidimdi. El sıkıştık. Hüzünlü oldu ama; para konusunda… O zamanlar uçuk rakamlar yoktu. Elini sıktık ama içimde de şöyle bir şey oldu, ‘Buraya hizmet ediyoruz, her şeyimizi veriyoruz; tamam’ dedim. Ama evlenmişsin, artık ev geçindiriyorsun. Fakat Paşabahçe’den enteresan bir teklif gelince…
Yani o günü hiç unutamıyorum. İlk defa hayatımda el sıkışıp, sonra Paşabahçe’ye imza attım. Kulüpten ayrılmak beni çok üzüyordu. O ortamda çok güzel günler geçirmeye başlamıştık ve daha güzel günlerin geleceğinin habercisi durumundaydı. Sonra da düşünüyorum. Tamam, iki şampiyonluk gitti o seneki hamlemle.
Kariyerine 1 - 2 şampiyonluk daha koymak güzel; ama ileriki günlerde bu da bir yere kadar oluyor. Ondan sonra paran var mı, yatırımını yapabildin mi? Sonra gördük ki; kimse kimseyi tanımıyor. O yüzden bir süre sonra 'İyi ki transfer olmuşum' dedim. Böyle olmasını istemezdim; ama aynı durum diğer oyuncuların başına da gelmeye başladı. Orhun Ene Paşabahçe’ye transfer oldu. Tamer Oyguç Efes’e gitti. Diğer oyuncular başka yerlere…
HEGEMONYA UZUN YILLAR DEVAM EDEBİLİRDİ
İster istemez o hegemonya bitti. Halbuki bu yıllarca devam edebilirdi. Eğer kapatmasalardı, alttan aynı düzen devam ederdi, eski oyuncuları antrenör olarak devam ederdi. Aynı bünyede yeni antrenörler, oyuncular yetiştirmiş olacaktık. Böyle devam ederdik gibi gözüküyordu.
Sorarsan, Türkiye’deki gelmiş geçmiş en büyük kulüp olarak Eczacıbaşı’ndan başkasını diyemem. Tabii ki Efes’in, Fenerbahçe’nin, Tofaş’ın, Tek Süt Bandırma’nın yaptıklarına saygı duyuyoruz; ama Eczacıbaşı bu işin lokomotifi, başlangıcıdır.”
Hangi efsane basketbolcu ile konuşursam, Eczacıbaşı’nın ortamı beni büyülüyor ve o takımda oynamış herkese şu soruyu sorasım geliyor; şu an devam ediyor olsalardı, bir EuroLeague takımı olurlar mıydı?
Ufuk Pek’in de cevabı da 'Evet' ve bunu, “Kesinlikle ve kendi yetiştirdiği oyuncular ağırlıklı bir takımla. Hep öyle gitti. Sonra bir aksama olur muydu; bilemiyorum; ama o şartlardaki kulübün durumu bu. Düşünün ki bize 1970’li yıllarda NBA maçlarının kasetleri gelirdi. Bunlar hiçbir yerde yoktu. Biz o maçları seyrettik. Soyunma odalarımız ayrı, restoranımız ayrı. Kıyafetlerimiz ayrı yıkanırdı. Tam bir profesyonellik ve düşünün; salonların olmadığı yıllarda. Muhteşem bir olaydı. Az para alsan bile, orada kalmak istiyordun. Biraz büyüyünce, evlenince, insan maddi durumu düşünmek zorunda kalıyor; ama Eczacıbaşı benzeri görülmemiş bir kulüp. Zaten voleybolda aynı şekilde devam ediyor.”
PAŞABAHÇE KOLEJ HAVASINDAYDI
Paşabahçe, köklü bir kulüp olmasına karşın 1987-1992 yılları arasında 1. Lig’de (Şimdiki BSL) mücadele etti. Ufuk Pek de İstanbul Anadolu Yakası ekibinin bu dönemdeki tüm takımlarında forma giymiş bir isim. Esasında iyi bir kulüp olma yolunda ilerlediklerini söyleyen Ufuk Ağabey, Paşabahçe’nin neden kapandığını şu şekilde açıkladı:
“Salonu yoktu. Antrenmanları Kadıköy’de bir salonda yapıyorduk. Taşıma su ile dönüyordu. Halbuki maddi manevi çok acayip yerlere gelebilen, ki geldik de zaten; 2 kez final oynadık, Türkiye Kupası’nı kazandık, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kaybettik. Orası da esasında kolej havasında bir takımdı. Esasında çok iyiye doğru gidiyordu; fakat fabrikada grevler oldu. Takıma ödenen paralar göz önüne çıkmış ve çok konuşulmaya başlanmıştı fabrikada.
Paşabahçe şu anda olsa, EuroLeague’de oynayacak bir takım olurdu. Maddi olarak Şişecam’ın bir gücü vardı. Oraya da yazık oldu. Bizim şansımıza, oynadığımız, sevdiğimiz kulüplerin kapanması çok enteresan oldu.”
JORDAN'LA İDMAN DEDİLER AKLIM ÇIKTI!
Ufuk Pek’in 1988 yılında dizinden yaşadığı bir sakatlık dönemi var ve bu süreci Chicago’da atlatırken, karşısında birçok şans çıkmış. Chicago Bulls ve Michael Jordan ile aynı antrenman salonunda olmak gibi…
“Ben o kadar şanslı bir yıl geçirdim ki… Biliyorsun, Jordan ve The Last Dance muhabbetleri şu ara epey gündemde. Ben 1988 yılında sol dizimden menisküs oldum ve atroskopi ameliyatı Türkiye’de başlamamış. Dizini keserek ameliyat yapıyorlar ve belki de bütün senen gidecek. Ben de şans bu ya, Chicago’da yaşayan baldızımın vasıtasıyla, Chicago Bulls’un doktoru John Hefferon’dan randevu aldım. The Last Dance’i izleyenler görmüştür o doktoru.
Ben oraya ameliyata gittim. Ameliyata gittikten sonra Hefferon ile Türkiye ve basketbol üzerine muhabbet ettik. Ameliyat oldum ve beni yürüyerek çıkarttı. Arkadan, ‘Sana bir sürprizim var’ dedi. ‘Nedir doktor bey?’ diye sordum. Bana, ‘Michael Jordan ve Chicago Bulls’un antrenman yaptığı yerde seni fizik tedaviye götüreceğim’ dedi. Benim de aklım çıktı. Şaka mı, gerçek mi? Biraz tereddütte kaldım. Bana bir kart verdi. ‘Seni şu saatte karşılayacaklar’ dedi.
Hazırlığımı yaptım. Antrenman yaptıkları yerin kapısına geldim. Otomatik kapı, güvenlikler… Belgeselde görmüşsünüzdür. Jordan’a bandaj saran, fizik tedavideki çocuk beni karşıladı. İçeriye girdim ve şok vaziyetteyim. Merdivenleri çıktım. Tribüne beni aldılar ve gözlerime inanamadım. Michael Jordan, Scottie Pippen, Horace Grant… O dönem takımda kim varsa, hepsi karşımdaydı. Phil Jackson başlarında. Hayatımın en enteresan günleriydi yani.
Sonra Türkiye’ye geri döndüm. Paşabahçe’de devam ettim. 1994’te basketbolu bıraktıktan sonra Chicago’ya yerleştim İkinci three-peat döneminde bütün maçlara gitmişliğim var. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Ondan sonra Orhun Ene olsun, Ufuk Sarıca, Hakan Yörükoğlu, Hüsnü Çakırgil, Ömer Saybir, Ömer Büyükaycan… 10-15 kişiyi ameliyat için oraya gönderdim. John Hefferon dayanamadı ve bu nedir deyip Türkiye’ye geldi! Daha sonra bir gece kulübünde Michael Jordan ile aynı yerde yarım saat vakit geçirdim. Yanında korumaları var. Görüşemiyorsun, fotoğraf çekemiyorsun vs.”
Son olarak Ufuk Ağabey’e, oynadığı takımların ve şu an kongre salonu olan Spor Sergi’nin geri dönmesini isteyip istemediğini sordum. Cevabı çok netti: “Yüzde yüz yani. Çok değişik bir renkte gelirdi. Kesinlikle. Spor Sergi’ye eski hâliyle kimseyi sokamazsın; ama Darüşşafaka’nın yeni spor salonu gibi dizayn edilse nefis olurdu. Paşabahçe ve Eczacıbaşı da maddi manevi, Türkiye’de basketbol değerini yukarıya çıkartırdı.”
TİPLEME
- En beğendiğiniz koç?
- Aydın Örs
- En beğendiğiniz oyuncu?
- Hidayet Türkoğlu
- En iyi ilk 5'iniz?
- Orhun Ene, Erman Kunter, Harun Erdenay, Ömer Büyükaycan, Efe Aydan
- En zorlu deplasmanlar?
- Karşıyaka ve Gaziantep Beslen
- İki kelime ile basketbol...
- Hayatın kendisi
YORUMLAR