Efsaneler Anlatıyor: Ali Limoncuoğlu
"İstanbul’a geldiğim 1982 yılında Galatasaray ve Beşiktaş da beni istiyordu. Galatasaray'ın teklifini reddettiğimin ertesi günü Fenerbahçe ile anlaştım. Talihsizler yaşadığımız ve 1980'li yıllarda bir türlü şampiyonluğa ulaşamayan Fenerbahçe ile Yılın Basketbolcusu seçildiğim 1985'te, 1-0 önde olduğumuz seride hasta hasta çıktığım iki maçı üst üste kaybedince hayatımın en mutsuz dönemini yaşadım. O final serisi içimde hep ukde kaldı."
02 Ekim 2020 - 16:11 - Güncelleme: 02 Ekim 2020 - 16:14
RÖPORTAJ: BERTAN ERMAN
Uzun zamandır telefonda yapmış olduğum söyleşiler sonrasında, nihayet yeni normal sürecinde yüz yüze bir röportajın sevinci içerisindeydim. Bir listem ve hedeflerim vardır. Röportaj yapmak istediğim isimlerden biri de “Aliço” olarak da bilinen Fenerbahçe'nin efsane gardlarından Ali Rıza Limoncuoğlu idi. Basketbolu bıraktığından bu yana iş hayatında olan Ali Ağabey, beni İstanbul’daki iş yerinde ağırladı. Buluşma saati geldiğinde, iş yerinde çalıştığı kata çıktım ve Ali Ağabey beni bir tebessümle karşıladı. Selamlaştık ve beni odasına götürdü. Odasına girer girmez, girişin karşısında yer alan, Aliço’nun o dönem cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’dan kupa aldığı fotoğrafı dikkatimi çekti. Daha sonra sehpada yer alan Fenerbahçe uçağı maketi…
Odada basketbol ve Fenerbahçe’ye dair birçok şey. Oturduk ve kendisine nasıl hitap etmemi istediğini sordum. “Ali Ağabey, Aliço… fark etmez” dedi. Ben de Aliço lakabının nereden geldiğini merak ettim: “Bizim mahallede birkaç Ali vardı. Benim de çok samimi ve yakın arkadaşım olan Metin baktı; burada çok Ali var. ‘Sana Aliço diyelim’ dedi ve öyle kaldı. Yani, çocukluğumdan kalan bir şey.”
16 YAŞINDA A TAKIMDA OYNADIM
Ankara’da DSİ’de basketbola başlayan Ali Rıza Limoncuoğlu, profesyonel kariyerine kurulan Ziraat Fakültesi’nde adım attı. Aliço, o dönemi şu şeklide anlattı: “O zamanlar amatör diye geçiyordu; ama profesyonel kariyerime Ziraat Fakültesi’nde başladım. Orada başarılı sezonlar geçirdik. Ziraat Fakültesi, Ankara Üniversitesi içinde kurulan bir kulüptü. Fenerbahçe’nin eski yöneticilerinden Mahmut Uslu, Türkiye Basketbol Federasyonu’nun eski yönetim kurulu üyelerinden Metin Şahin vardı. Onlar Ankara’da basketbolu çok seven insanlardı. Böyle bir takım kurdular orada. Beni 16 yaşında transfer ettiler ve ilk A takım maçıma 16 yaşında çıktım. Denk getirebilirsek de, yaşım tuttuğu için bazı önemli genç takım maçlarında da oynuyordum.
Ankara’da 4 yıl oynadım ve orada hep play-off’u zorladık. Bütün İstanbul takımlarını Ankara’da yeniyorduk. Daha sonra İstanbul Bankası Yenişehir’e transfer oldum; ama o ekip sanki lejyonerlerden kurulu bir takım gibi oldu. Otakım başarılı olamadı. Ondan sonra Fenerbahçe’ye transferim gerçekleşti.”
Peki, Aliço’nun çok sevdiği Fenerbahçe’ye transferi nasıl olmuş? Benim de duyduğumda şaşırdığım detaylar var… “İstanbul’a gelmiştim. Fenerbahçe’de de dönemin başkanı Ali Şen ve yönetimi, basketbola yatırım yapmaya karar vermişti. O kararı verdikten sonra Efe Aydan ile anlaşmışlardı. Benim de İstanbul’da olduğumu duymuşlar. Ben de çocukluğumdan beri Fenerbahçeliyim. Kime sorsanız bilir. Altan Dinçer’in oğlu Kemal Dinçer de Fenerbahçe’de oynuyordu. Burada olduğumu öğrenmişler. Fenerbahçe’nin o zamanki antrenörü Önder Seden de Yıldız ve Genç Milli Takım’da her zaman antrenörlüğümü yapmış kişiydi. O beni istemiş ve beni İstanbul’da buldular. Altan Ağabey’in evine gittik. Orada 10-15 dakika konuştuk ve Fenerbahçe’ye transfer oldum.”
EZELİ RAKİPLER DE PEŞİNDE...
“İstanbul’a geldiğim dönemde Galatasaray ve Beşiktaş da beni istiyordu” diyen Ali Ağabey, Galatasaray ile telefonda konuştuk. Çağırdılar beni. Hatta Galatasaray Adası’na çağırdılar. Ama gitmek istemedim. Kısmet de böyleymiş; o akşam İstanbul’da kaldıktan sonra, ertesi sabah Fenerbahçe beni buldu. Kader ağlarını örmüş derler ya… Hakikaten o şekilde örmüştü” dedi. Konu daha sonra, 1980’li yıllarda şanssızlıklar yaşayan takıma geldi...
1985 YILINDAKİ TALİHSİZLİK
Fenerbahçe’nin normal sezonlarda etkili olduğu, fakat play-off’larda sonunu getiremediği 1980’li yıllarda güzel kadrolar kurulduğunu gördüğümü söyledim. Ancak sarı lacivertlilerin o dönemki en üzücü yılı 1985'tir. Çünkü finalde ezeli rakip Galatasaray’a şampiyonluk kaptırılmıştır. Aliço, o dönemi anlatırken duygulanmıştı: “Evet, güzel kadrolar kuruldu ama 5 veya 6 kişiydik. Yani, oyuna katkı verecek 7. veya 8. oyuncu yoktu. Çünkü bütçeler çok kısıtlıydı o zaman Fenerbahçe’de ve bizim o 8 sezonluk dönemde normal sezonu birinci tamamladığımız da oldu. Ama bir türlü şampiyon olamadık.
1985 yılında da final serisini Galatasaray’a kaybettik. Orada da şöyle bir şey oldu. Seri 3 maç üzerinden yapılıyordu, 2 galibiyete ulaşan takım şampiyon oluyordu. O sezon da yılın basketbolcusu seçilmiştim. Seride kazandığımız maçın akşamı hastalandım. Maçtan çıktıktan sonra eve gidene kadar hastalanmıştım. Üşütmüştüm ve eve geldiğimde 39 - 40 derece ateşim vardı. Bir gün ara vardı, ertesi gün maç oynanıyordu. Akşam doktor aradık ettik, fakat ateşim bir türlü düşmüyor ve hâlsiz kaldım. Gece yarısı ateşim bir anda yükselmişti. O zaman antrenörümüz rahmetli Önder Okan idi. Aradım Önder Ağabey’i, ‘Kedi olsak ağaçtan düşeriz Aliço. Böyle kısmetsizlik olur mu?’ dedi. Ertesi gün çok az oynadım ve yenildik. Son maçta da tam toparlanamamıştım. Oynamaya çalıştım ama çok iyi oynayamadım ve o sezonu kaybettik. Benim spor hayatımda en mutsuz olduğum dönemdi. O şampiyonluğu kaçırmak benim yüzümden de olmuş sayılabilir yani. Hastalık da bunun parçası; ama o dönemki bütçeler ve rotasyondan dolayı böyle oldu. Galatasaray’a kaybettiğimiz final serisi, içimde bir ukde olarak kalmıştır.”
Aklıma Michael Jordan’ın 1997 yılındaki NBA Final Serisi’nde yaşadığı hastalık geldi ve Aliço da o hastalığın aynısını yaşadığını söyledi.
1991 VE NİHAYET GELEN ŞAMPİYONLUK
Tabii ki, 1985 yılındaki kaçan şampiyonluk en mutsuz olduğu dönemi Ali Ağabey’in; ama 1991 yılında da nihayet mutlu sona ulaşılmıştı. Aliço, o şampiyonluk sezonunda ilginç şeyler yaşandığını anlattı: “1991 yılında şampiyon olduk; fakat inanın, o mutsuzluğum daha çok baskı yapmıştı benim üstümde. Tabii ki Fenerbahçe kaptanı olarak o kupayı kaldırmak ve Fenerbahçe, basketbol tarihinde ilk defa şampiyon oluyor. O şampiyonluk, bizim için, takım için ve Fenerbahçe
için çok anlamlıydı.”
Daha sonra, şampiyonluk sezonunda unutamadığı bir anı olup olmadığını sordum. Tofaş ile oynanan final serisinde dikkat çeken anılardan bahsetti... “İlk maçta Tofaş’ı Bursa’da yendik, ikinci maçta Spor Sergi’ye bir çıktık, bütün saha çiçek içindeydi. Sahanın her tarafı çiçek içindeydi. İnan, sahada ayağını basacağın yer yoktu. Çiçeğe basıyordunuz. Bir de stres oluyorsun o zaman. ‘Tamam, şampiyonluğu yakaladık’ dedik. Yani, bazı şeyleri hakikaten hissediyorsun. İstanbul’da 1 sayıyla kaybettik. Arkasından Adana’ya gittik ve kazandık. Serinin sonraki maçında Isparta’ya gittik. Antrenörümüz Çetin Yılmaz’dı. Larry Richard vardı takımda ve Kemal Dinçer de ona tercümanlık yapıyordu. Çetin Hoca sağ olsun, soyunma odasına bir televizyon getirmişti. Çok acıklı sahneler gösterdi bize ve herkes ağlamaya başladı maça çıkmadan önce. Kemal Dinçer, ‘Ben tercüme edemiyorum’ diyerek soyunma odasından ağlayarak çıktı. ‘Hocam, maça çıkmadan evvel bize nasıl böyle şeyler gösteriyorsun?’ dedik. Bu sefer o maçı kaybettik. Helikopter ile Isparta’dan Antalya’ya geçtik.
Antalya’da oturuyoruz. O zaman da idarecimiz Mesut Dizdar’dı. Ankara’dan Yavuz Kayral gelmişti. Metin Aşık dönemiydi. Aziz Yıldırım o zaman yöneticiydi. Hepsi geldi, çok destek oldular. Antalya’da kazandık ve şampiyon olduk. Oradan helikopter ile Suadiye’ye geldik. Suadiye’de epey bir seyircimiz vardı. Çok güzel karşıladılar. Çok güzel günlerdi.”
VİYANA’DAKİ İŞTEN İTALYA’DAKİ MAÇA
1992 yılında basketbolu bırakan Ali Rıza Limoncuoğlu, iş hayatına da devam ediyordu. 1992-1993 sezonunda da kadrosunu Orhun Ene, Harun Erdenay, Altar Tunçkol gibi isimlerle kuvvetlendiren bir F.Bahçe vardı. Fakat Orhun Ene bir sakatlık
yaşamış ve sarı lacivertlilerin tercihi nasıl Aliço olmuş; kendisi de böyle bir transfer beklentisi içinde olmadığını söyledi...
“Ben basketbol oynadığım zaman da iş hayatındaydım. O sıralar Viyana’da işteydim. Otururken birden telefon çaldı. Bir de baktım Doğan Hakyemez arıyor. Rahmetliye, ‘Ne oldu? Hayırdır?’ dedim. Bana, ‘Neredesin?’
diye sordu. Viyana’da, işte olduğumu söyledim. ‘İtalya’ya geleceksin’ dedi. Basketbolu bırakalı da 2 ay olmuş. ‘Orhun sakatlandı, tek garda kaldık’ dedi. Tamam geleyim dedim; meğerse Doğan Hakyemez, her ihtimale karşı benim lisansımı çıkartmış, hatta FIBA’ya da onaylatmış ve Avrupa’da oynamak için FIBA lisansımı da çıkartmış. O derece iyi bir yöneticiydi.
Viyana’dan bindim uçağa, İtalya’ya gittim. Dediler ki 'idmana çıkacağız.' Maçtan bir gün önce antrenmana çıktım; ama hakikaten birkaç ay çok fark ediyor. Yani öleceğim… Sonra İtalyan takımı ile oynuyorduk. Pres yapmaya başladılar, beni oyuna soktular. kendi kendime 'Hastanelik olacağım' dedim.”
Son olarak, kaptanı olduğu 1991 yılındaki takım ile EuroLeague şampiyonu veya son yıllarda başarılar elde etmiş olan takımlardan biriyle bir maç yapsaydı, ne olurdu; bunu sordum. Yanıtı çok netti: “Yenemeyiz. O zamanki fiziklerle, şimdiki fizikler arasında dağlar kadar fark var. Biz de kuvvetliydik ama şimdikiler çok kuvvetli. Şimdiki takımların da şöyle bir dezavantajı var; biz şampiyon olduğumuzda tek ABD'li vardı. Diğer oyuncuların hepsi Türk ve çok çok iyilerdi. Şimdi de o derecede iyi bir Türk oyuncu yok. Bunu açık ve net söyleyebilirim. Bizim zamanımızdaki Türk oyuncular şu an yok. Bizden sonra Harun Erdenay, Levent Topsakal, Hüsnü Çakırgil... Şu an bu tip basketbolcular yok.
Şimdiki Türk oyuncular, ABD'lilerden dolayı oynama süreleri ve kendini gösterme şansları çok az olduğu için sıkıntı oluyor. 5 yabancı oyuncu aynı anda sahada oluyordu. Şu anki federasyon, yabancı sayısında bunu azalttı. Çok iyi oldu
bu Türk oyuncuların kendini gösterebilmeleri açısından ama EuroLeague’de de diğer takımlarla çekişebilmek, rekabet edebilmek için maalesef kuvvetli, fizikli ABD'li oyuncuları da koyman gerekiyor. Gördüğüm kadarıyla, bizim Türk oyuncuların çok çok çalışmaları lazım.”
Doğum tarihi: 3 Mart 1959
Boy: 1.78
Pozisyon: Oyun kurucu
KARİYERİ
Ziraat Fakültesi 1977-1981
İstanbul Bankası Yeni Şehir 1981-1982
Fenerbahçe 1982-1993
Uzun zamandır telefonda yapmış olduğum söyleşiler sonrasında, nihayet yeni normal sürecinde yüz yüze bir röportajın sevinci içerisindeydim. Bir listem ve hedeflerim vardır. Röportaj yapmak istediğim isimlerden biri de “Aliço” olarak da bilinen Fenerbahçe'nin efsane gardlarından Ali Rıza Limoncuoğlu idi. Basketbolu bıraktığından bu yana iş hayatında olan Ali Ağabey, beni İstanbul’daki iş yerinde ağırladı. Buluşma saati geldiğinde, iş yerinde çalıştığı kata çıktım ve Ali Ağabey beni bir tebessümle karşıladı. Selamlaştık ve beni odasına götürdü. Odasına girer girmez, girişin karşısında yer alan, Aliço’nun o dönem cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’dan kupa aldığı fotoğrafı dikkatimi çekti. Daha sonra sehpada yer alan Fenerbahçe uçağı maketi…
Odada basketbol ve Fenerbahçe’ye dair birçok şey. Oturduk ve kendisine nasıl hitap etmemi istediğini sordum. “Ali Ağabey, Aliço… fark etmez” dedi. Ben de Aliço lakabının nereden geldiğini merak ettim: “Bizim mahallede birkaç Ali vardı. Benim de çok samimi ve yakın arkadaşım olan Metin baktı; burada çok Ali var. ‘Sana Aliço diyelim’ dedi ve öyle kaldı. Yani, çocukluğumdan kalan bir şey.”
16 YAŞINDA A TAKIMDA OYNADIM
Ankara’da DSİ’de basketbola başlayan Ali Rıza Limoncuoğlu, profesyonel kariyerine kurulan Ziraat Fakültesi’nde adım attı. Aliço, o dönemi şu şeklide anlattı: “O zamanlar amatör diye geçiyordu; ama profesyonel kariyerime Ziraat Fakültesi’nde başladım. Orada başarılı sezonlar geçirdik. Ziraat Fakültesi, Ankara Üniversitesi içinde kurulan bir kulüptü. Fenerbahçe’nin eski yöneticilerinden Mahmut Uslu, Türkiye Basketbol Federasyonu’nun eski yönetim kurulu üyelerinden Metin Şahin vardı. Onlar Ankara’da basketbolu çok seven insanlardı. Böyle bir takım kurdular orada. Beni 16 yaşında transfer ettiler ve ilk A takım maçıma 16 yaşında çıktım. Denk getirebilirsek de, yaşım tuttuğu için bazı önemli genç takım maçlarında da oynuyordum.
Ankara’da 4 yıl oynadım ve orada hep play-off’u zorladık. Bütün İstanbul takımlarını Ankara’da yeniyorduk. Daha sonra İstanbul Bankası Yenişehir’e transfer oldum; ama o ekip sanki lejyonerlerden kurulu bir takım gibi oldu. Otakım başarılı olamadı. Ondan sonra Fenerbahçe’ye transferim gerçekleşti.”
Peki, Aliço’nun çok sevdiği Fenerbahçe’ye transferi nasıl olmuş? Benim de duyduğumda şaşırdığım detaylar var… “İstanbul’a gelmiştim. Fenerbahçe’de de dönemin başkanı Ali Şen ve yönetimi, basketbola yatırım yapmaya karar vermişti. O kararı verdikten sonra Efe Aydan ile anlaşmışlardı. Benim de İstanbul’da olduğumu duymuşlar. Ben de çocukluğumdan beri Fenerbahçeliyim. Kime sorsanız bilir. Altan Dinçer’in oğlu Kemal Dinçer de Fenerbahçe’de oynuyordu. Burada olduğumu öğrenmişler. Fenerbahçe’nin o zamanki antrenörü Önder Seden de Yıldız ve Genç Milli Takım’da her zaman antrenörlüğümü yapmış kişiydi. O beni istemiş ve beni İstanbul’da buldular. Altan Ağabey’in evine gittik. Orada 10-15 dakika konuştuk ve Fenerbahçe’ye transfer oldum.”
EZELİ RAKİPLER DE PEŞİNDE...
“İstanbul’a geldiğim dönemde Galatasaray ve Beşiktaş da beni istiyordu” diyen Ali Ağabey, Galatasaray ile telefonda konuştuk. Çağırdılar beni. Hatta Galatasaray Adası’na çağırdılar. Ama gitmek istemedim. Kısmet de böyleymiş; o akşam İstanbul’da kaldıktan sonra, ertesi sabah Fenerbahçe beni buldu. Kader ağlarını örmüş derler ya… Hakikaten o şekilde örmüştü” dedi. Konu daha sonra, 1980’li yıllarda şanssızlıklar yaşayan takıma geldi...
1985 YILINDAKİ TALİHSİZLİK
Fenerbahçe’nin normal sezonlarda etkili olduğu, fakat play-off’larda sonunu getiremediği 1980’li yıllarda güzel kadrolar kurulduğunu gördüğümü söyledim. Ancak sarı lacivertlilerin o dönemki en üzücü yılı 1985'tir. Çünkü finalde ezeli rakip Galatasaray’a şampiyonluk kaptırılmıştır. Aliço, o dönemi anlatırken duygulanmıştı: “Evet, güzel kadrolar kuruldu ama 5 veya 6 kişiydik. Yani, oyuna katkı verecek 7. veya 8. oyuncu yoktu. Çünkü bütçeler çok kısıtlıydı o zaman Fenerbahçe’de ve bizim o 8 sezonluk dönemde normal sezonu birinci tamamladığımız da oldu. Ama bir türlü şampiyon olamadık.
1985 yılında da final serisini Galatasaray’a kaybettik. Orada da şöyle bir şey oldu. Seri 3 maç üzerinden yapılıyordu, 2 galibiyete ulaşan takım şampiyon oluyordu. O sezon da yılın basketbolcusu seçilmiştim. Seride kazandığımız maçın akşamı hastalandım. Maçtan çıktıktan sonra eve gidene kadar hastalanmıştım. Üşütmüştüm ve eve geldiğimde 39 - 40 derece ateşim vardı. Bir gün ara vardı, ertesi gün maç oynanıyordu. Akşam doktor aradık ettik, fakat ateşim bir türlü düşmüyor ve hâlsiz kaldım. Gece yarısı ateşim bir anda yükselmişti. O zaman antrenörümüz rahmetli Önder Okan idi. Aradım Önder Ağabey’i, ‘Kedi olsak ağaçtan düşeriz Aliço. Böyle kısmetsizlik olur mu?’ dedi. Ertesi gün çok az oynadım ve yenildik. Son maçta da tam toparlanamamıştım. Oynamaya çalıştım ama çok iyi oynayamadım ve o sezonu kaybettik. Benim spor hayatımda en mutsuz olduğum dönemdi. O şampiyonluğu kaçırmak benim yüzümden de olmuş sayılabilir yani. Hastalık da bunun parçası; ama o dönemki bütçeler ve rotasyondan dolayı böyle oldu. Galatasaray’a kaybettiğimiz final serisi, içimde bir ukde olarak kalmıştır.”
Aklıma Michael Jordan’ın 1997 yılındaki NBA Final Serisi’nde yaşadığı hastalık geldi ve Aliço da o hastalığın aynısını yaşadığını söyledi.
1991 VE NİHAYET GELEN ŞAMPİYONLUK
Tabii ki, 1985 yılındaki kaçan şampiyonluk en mutsuz olduğu dönemi Ali Ağabey’in; ama 1991 yılında da nihayet mutlu sona ulaşılmıştı. Aliço, o şampiyonluk sezonunda ilginç şeyler yaşandığını anlattı: “1991 yılında şampiyon olduk; fakat inanın, o mutsuzluğum daha çok baskı yapmıştı benim üstümde. Tabii ki Fenerbahçe kaptanı olarak o kupayı kaldırmak ve Fenerbahçe, basketbol tarihinde ilk defa şampiyon oluyor. O şampiyonluk, bizim için, takım için ve Fenerbahçe
için çok anlamlıydı.”
Daha sonra, şampiyonluk sezonunda unutamadığı bir anı olup olmadığını sordum. Tofaş ile oynanan final serisinde dikkat çeken anılardan bahsetti... “İlk maçta Tofaş’ı Bursa’da yendik, ikinci maçta Spor Sergi’ye bir çıktık, bütün saha çiçek içindeydi. Sahanın her tarafı çiçek içindeydi. İnan, sahada ayağını basacağın yer yoktu. Çiçeğe basıyordunuz. Bir de stres oluyorsun o zaman. ‘Tamam, şampiyonluğu yakaladık’ dedik. Yani, bazı şeyleri hakikaten hissediyorsun. İstanbul’da 1 sayıyla kaybettik. Arkasından Adana’ya gittik ve kazandık. Serinin sonraki maçında Isparta’ya gittik. Antrenörümüz Çetin Yılmaz’dı. Larry Richard vardı takımda ve Kemal Dinçer de ona tercümanlık yapıyordu. Çetin Hoca sağ olsun, soyunma odasına bir televizyon getirmişti. Çok acıklı sahneler gösterdi bize ve herkes ağlamaya başladı maça çıkmadan önce. Kemal Dinçer, ‘Ben tercüme edemiyorum’ diyerek soyunma odasından ağlayarak çıktı. ‘Hocam, maça çıkmadan evvel bize nasıl böyle şeyler gösteriyorsun?’ dedik. Bu sefer o maçı kaybettik. Helikopter ile Isparta’dan Antalya’ya geçtik.
Antalya’da oturuyoruz. O zaman da idarecimiz Mesut Dizdar’dı. Ankara’dan Yavuz Kayral gelmişti. Metin Aşık dönemiydi. Aziz Yıldırım o zaman yöneticiydi. Hepsi geldi, çok destek oldular. Antalya’da kazandık ve şampiyon olduk. Oradan helikopter ile Suadiye’ye geldik. Suadiye’de epey bir seyircimiz vardı. Çok güzel karşıladılar. Çok güzel günlerdi.”
VİYANA’DAKİ İŞTEN İTALYA’DAKİ MAÇA
1992 yılında basketbolu bırakan Ali Rıza Limoncuoğlu, iş hayatına da devam ediyordu. 1992-1993 sezonunda da kadrosunu Orhun Ene, Harun Erdenay, Altar Tunçkol gibi isimlerle kuvvetlendiren bir F.Bahçe vardı. Fakat Orhun Ene bir sakatlık
yaşamış ve sarı lacivertlilerin tercihi nasıl Aliço olmuş; kendisi de böyle bir transfer beklentisi içinde olmadığını söyledi...
“Ben basketbol oynadığım zaman da iş hayatındaydım. O sıralar Viyana’da işteydim. Otururken birden telefon çaldı. Bir de baktım Doğan Hakyemez arıyor. Rahmetliye, ‘Ne oldu? Hayırdır?’ dedim. Bana, ‘Neredesin?’
diye sordu. Viyana’da, işte olduğumu söyledim. ‘İtalya’ya geleceksin’ dedi. Basketbolu bırakalı da 2 ay olmuş. ‘Orhun sakatlandı, tek garda kaldık’ dedi. Tamam geleyim dedim; meğerse Doğan Hakyemez, her ihtimale karşı benim lisansımı çıkartmış, hatta FIBA’ya da onaylatmış ve Avrupa’da oynamak için FIBA lisansımı da çıkartmış. O derece iyi bir yöneticiydi.
Viyana’dan bindim uçağa, İtalya’ya gittim. Dediler ki 'idmana çıkacağız.' Maçtan bir gün önce antrenmana çıktım; ama hakikaten birkaç ay çok fark ediyor. Yani öleceğim… Sonra İtalyan takımı ile oynuyorduk. Pres yapmaya başladılar, beni oyuna soktular. kendi kendime 'Hastanelik olacağım' dedim.”
Son olarak, kaptanı olduğu 1991 yılındaki takım ile EuroLeague şampiyonu veya son yıllarda başarılar elde etmiş olan takımlardan biriyle bir maç yapsaydı, ne olurdu; bunu sordum. Yanıtı çok netti: “Yenemeyiz. O zamanki fiziklerle, şimdiki fizikler arasında dağlar kadar fark var. Biz de kuvvetliydik ama şimdikiler çok kuvvetli. Şimdiki takımların da şöyle bir dezavantajı var; biz şampiyon olduğumuzda tek ABD'li vardı. Diğer oyuncuların hepsi Türk ve çok çok iyilerdi. Şimdi de o derecede iyi bir Türk oyuncu yok. Bunu açık ve net söyleyebilirim. Bizim zamanımızdaki Türk oyuncular şu an yok. Bizden sonra Harun Erdenay, Levent Topsakal, Hüsnü Çakırgil... Şu an bu tip basketbolcular yok.
Şimdiki Türk oyuncular, ABD'lilerden dolayı oynama süreleri ve kendini gösterme şansları çok az olduğu için sıkıntı oluyor. 5 yabancı oyuncu aynı anda sahada oluyordu. Şu anki federasyon, yabancı sayısında bunu azalttı. Çok iyi oldu
bu Türk oyuncuların kendini gösterebilmeleri açısından ama EuroLeague’de de diğer takımlarla çekişebilmek, rekabet edebilmek için maalesef kuvvetli, fizikli ABD'li oyuncuları da koyman gerekiyor. Gördüğüm kadarıyla, bizim Türk oyuncuların çok çok çalışmaları lazım.”
Doğum tarihi: 3 Mart 1959
Boy: 1.78
Pozisyon: Oyun kurucu
KARİYERİ
Ziraat Fakültesi 1977-1981
İstanbul Bankası Yeni Şehir 1981-1982
Fenerbahçe 1982-1993
YORUMLAR