ÖZEL BİR ADAM
"Serge Ibaka, standart bir basketbol seyircisi için iyi şut atan ve çemberi iyi savunan modern bir uzun. Takım arkadaşları içinse iz bırakan bir dost. Peki takımınızda görmek isteyeceğiniz bu adamın hikayesini duymak ister misiniz?"
ALİ KONAVİÇ
18 çocuklu bir ailede ve Kongo Savaşı'nın içerisinde büyümek, Ibaka ile yaşıt birçok çocuğun hikayesiyle benzeşiyor. Bu hikayeyi farklılaştıran ise, Ibaka'nın hem annesinin hem de babasının basketbolcu olması. Çocukluğundan bu yana ülkesinin ve doğal olarak ailesinin içinden geçtiği zorlu süreçten sıyrılmanın yolunu gayet iyi biliyordu; basketbol. O topla, henüz 3-4 yaşında tanıştı ve bir daha asla bırakmadı.
Dramatize etmek istemeseniz de, çok küçük yaşta kaybedilen bir anne ve siyasi tutuklu olarak savaş şartlarında hapishaneden hapishaneye sevk edilen bir baba. Düzenli olarak Kongo'dan, Avrupa'ya kaçma çabası. Tüm bu hayati problemlerden kaçmak için sığınılan basketbol limanı, Ibaka'nın 17'sinde Fransa'ya yelken açmasını sağladı. Aslında bunu yapmak için çok beklemesinin sebebi açıktı. Ailesiyle her şeye rağmen mutlu bir hayatı olduğunu ifade eden Ibaka, 'bir ailenin parçası olma hissiyatının' kendisi için hâlâ çok değerli olduğunu ve bunun basketbol hayatında da belirleyici olduğunu söylüyor.
Durum hakikaten de böyle. Ibaka, NBA'e Oklahoma City Thunder formasıyla adım attığı dönemde çok az İngilizce biliyor ve ciddi bir iletişim problemi yaşıyordu. Ancak çok kısa zaman içerisinde Westbrook, Durant ve elbette daha sonra denklem içerisine giren Harden'lı o takımın tutkalı haline geldi. Bu rol, çok daha tecrübeli bir oyuncu için dahi zorlayıcı olabilirdi; zira her üç oyuncunun da, birbirinin hem parkede, hem de saha dışında ayağına basan karakterde isimler olduğunu anımsatmaya gerek yok. Ibaka bu güçlü; ama kırılgan yapı içerisinde, ilk günden itibaren koç Scott Brooks'un elini güçlendiren unsur oldu.
Ibaka'nın bugününü daha iyi anlamak açısından, az evvel yüzeysel geçtiğimiz bir konuyu tekrardan açmak gerekir diye düşünüyorum. İkinci Kongo Savaşı. Daha doğru bir ifadeyle, II. Dünya Savaşı sonrası, insanlığın gördüğü en büyük felaket. 5.5 milyonu bulan ölü sayısı, mahvolan 10'u aşkın Afrika ülkesi ve geride kalan onlarca acı, dram. Kongo'nun başkenti, diğer bir ifadeyle Ibaka'nın doğduğu yer olan Brazzaville de, bu vahşetin en yakından tecrübe edildiği yerlerin başında geliyordu. Ibaka'nın tüm o olgun yaklaşamının arkasında yatan temel sebep bu olsa gerek. Dibi görmek. Her anlamda. Tıpkı Roma'nın Boşnak santraforu Edin Dzeko'nun geçmiş yıllarda verdiği bir röportajda söylediği gibi; "Gündelik problemler ve saha içerisinde yaşadıklarımız diğer oyuncular için fazla şey ifade edebilir. Ancak benim gibi savaş görmüş biri için bunlar gülünç şeyler. 'Bugün gol atamadın mı?' Ne yapayım, yarın atarım." Fakat bir farkla. Ibaka, basketbolunu ve rekabetçiliğini her zaman bir seviye yukarı çıkarmayı başardı. Tüm bu hayat derslerini, basketbol dersleriyle birleştirip; çok daha komple ve kendini kabul ettiren bir oyuncu halini aldı.
Fransa'da başlayan ve İspanya'da Joventut formasıyla devam eden bu hikaye; NBA scoutlarının ilgisini çektiğinden beri Ibaka merdivenleri tek tek çıkmaya devam ediyor. Bu gelişimin anahtarını "Asla arkama yaslanıp hayatın bana getireceklerini beklemiyorum. Bir şey istiyorsam, bunu gidip alma taraftarıyım." şeklinde nitelendiren Ibaka, bu yaklaşımını gerek parkeye, gerekse hayatına yansıtıyor. Mücadele ve bunun getirdiği gelişim, Serge Ibaka'nın hayatını üzerinde kurduğu iki temel değer.
Serge Ibaka, bugünlerde 30'unu bulmak üzere olan tecrübeli bir basketbolcu. Ciddi hayalkırıklıkları ve başarıları barındıran bu kariyer bugünden sonra nereye evrilir bilinmez ancak Ibaka hayalini zaten yaşıyor. "Kongo'daki insanlar, yurt dışına çıktığınız anda milyoner olduğunuzu zannediyor. Bana bakış açılarını anlatmama zaten gerek yok. Bu beni zaman zaman baskı altında bıraksa da, başta ailem olmak üzere yardıma ihtiyaç duyan insanlara el uzatabilmek harika hissettiriyor. Yola çıkarken hayalini kurduğum şeylerin başında bu vardı" diyen Ibaka, Toronto'da da aile olma anlayışını ve sıcak yaklaşımını sürdürüyor.
Toronto Raptors, LeBron James'in yeteneklerini Hollywood'a taşıması ve Kawhi Leonard'ın takıma katılmasıyla birlikte Doğu'nun önemli takımlarından biri olma özelliğini koruyor. Konferans şampiyonluğu hâlâ oldukça zor; ancak bu hedefi kendisine gerçekçi olarak koyabilecek takımlardan biri şüphesiz Toronto. Peki bu nasıl olacak? Geliş biçimi itibariyle, soğuk Toronto'ya soğuk bir 'merhaba' diyen Leonard, burada sadece gün mü sayacak, yoksa kendisine biçilen liderlik gömleğini mi giyecek? İşte tam bu noktada Ibaka'ya yine çok önemli bir görev düşüyor. Bu kez de çaylak koç Nick Nurse'un elini güçlendirecek, işini kolaylaştıracak.
Geçtiğimiz sezon oynadığı etkin stretch 4 rolüyle, neredeyse denklemin dışında kalmakta olan Valanciunas'ı hayata döndüren Ibaka, bu sezon da takımı yukarı çekecek dinamiklerin başında sayılıyor. Ancak benzer rolü kendi adını taşıyan vakfında ve UNICEF çalışmalarında da üstleniyor. Hatta Kongo üzerinde çalışmalarını sürdüren birçok vakfın, UNICEF tarafından tanınmasını ve partner haline gelmesini sağlayan Ibaka, ülkesini uluslararası kamuoyunun önemsediği bir realite haline getirmeyi başardı. Bugün Ibaka'nın çalışmaları sayesinde binlerce çocuk daha iyi bir eğitime, daha iyi bir barınma ve beslenme olanağına, daha iyi ve sporla iç içe bir sosyal hayata sahip. Sporu, basketbolu her zaman hayal ettiği gibi hayatı kolaylaştıran bir araç haline getirdi. Şimdilerde kendi ifadesiyle "Nereden geldiğini asla unutmuyor, büyümeye devam ediyor ve sahip olduğu her şeyden keyif alıyor."