O ÜÇLÜK HEPİMİZİN HAYATINI DEĞİŞTİRDİ
"Sasha Djordjevic bundan 30 yıl önce öyle bir üçlük attı ki İstanbul'da, sahadaki birçok kişinin kaderi değişti. Hatta kendi deyimiyle o atış sahadakilerin sadece kariyerlerini değil, hayatlarını bile değiştirdi."
O ÜÇLÜK HEPİMİZİN HAYATINI DEĞİŞTİRDİ
ALP ULAGAY
İstanbul 1992’de Final Four’a ilk kez ev sahipliği yapmış ve unutulmaz bir şutla sona ermişti Abdi İpekçi’deki o turnuva. Çiçeği burnunda koç Zeljko Obradovic ve genç öğrencileri, güçlü İtalyan ve İspanyol rakiplerini saf dışı bırakarak Partizan’ı Avrupa şampiyonluğuna taşımıştı. Final maçının kahramanıysa bitime üç saniye kala attığı üçlükle kupayı getiren Sasha Djordjevic’ti. Bu sezon Fenerbahçe Beko’nun başındaki başarılı koçla ağırlıkla 30 yıl önceye gittik, o sezonu, o maçı, koç Obradovic’i ve Avrupa basketbolunun 30 yılda geldiği noktayı konuştuk.
- Bu ay Partizan'ın İstanbul'da kazandığı Şampiyon Kulüpler şampiyonluğunun 30. yıldönümü... 1991-92 sezonunda genç bir antrenör olan Zeljko Obradovic ile yola çıkarken kupayı kazanma hedefi var mıydı?
- Her şeyden önce, başlangıçta amacımız bu değildi açıkçası. Ancak, son derece iddialı bir basketbol ülkesi olarak ve yetiştirilme ile sahada idare edilme şeklimize uygun olarak, aklımızın bir köşesinde her zaman bu hedef veya rüya vardı. Şahsen ben bunu daha çocukken hayal etmiştim. Hayallerimi gerçekleştirmek için her gün idmana gittim. Hayallerimden biri de taraftarı olarak yetiştiğim, altyapı takımından oynadığım takımla kupa kazanmaktı. Sonunda, aşırı zorluklarla oldu; ama çok gururlu bir şekilde bunu başardık.
- Final Four'a gelirken favori takım değildiniz. Partizan yetenekli oyunculara sahip; ama yabancısı olmayan bir takımdı. Güçlü Philips Milano ve Juventud Badalona'yı yenip şampiyon oldunuz. İstanbul'a nasıl bir anlayışla gelmiştiniz?
- Favorilerden biri olan Knorr Bologna’yı da unutmayalım. O takımı çeyrek finalde elemek bizim gibi bir takıma gereken özgüveni verdi. Bu büyük bütçeli rakiplerin arasında bir sürpriz takımdık. Ama sonuçta, basketbol parayla oynanmaz, basketbol yürekle ve yüksek IQ’yla oynanır, rekabetle ve her gün idmanda gösterilen ekstra eforla oynanır. Ve biz de öyle yaptık. Birlikte büyüdük, bu süreçten keyif aldık. Her gün kağıt oynadık, daha da sıkı çalıştık ve başardık.
- Finalde o unutulmaz son topu kullanırken aklınızda mutlaka üçlük atmak mı vardı? Molanız kalmamıştı. Koç Obradovic maç öncesi ya da karşılaşma sırasında son top için bir direktif vermiş ya da oyun çizmiş miydi?
- Hayır, durumu okuyarak kesinlikle içgüdülerimle davrandım. Sadece 'topu elinden çıkarabileceğin yere git' dedim kendime. “Uygun bir şut mesafesine olabildiğince çabuk git.” Ondan sonrası bir tür otomatikleşmiş hareketti. Maç sonunda olabilecek böyle çılgın şutları idmanda çok çalışmıştım. Kendimi böyle maçlara hazırlama yöntemim buydu.
Tabii ki, Michael Jordan'ın dediği gibi kariyerimde böyle çok da şut kaçırmışımdır. Ama şut kaçırmayan tek bir oyuncu vardır, o da hiç şut atmayandır! O gün, Danilovic de beş faulle oyun dışı kaldığı için topun bana gelmesi normaldi. Ben de aldım, o top çemberden girdi ve sadece kariyerlerimizi değil, hayatımızı da değiştirdi.
HER ŞAMPİYONLUĞUN AYRI PARILTISI VARDIR
- Çok kıran kırana bir maçtı o final... 24 yaşında Avrupa şampiyonu oldunuz. O galibiyetten sonra neler hissettiniz? Oyunculuk kariyerinizin en önemli başarısı olarak görür müsünüz?
- Kesinlikle gurur duyduğum başarılardan biri. Her şampiyonluğun ayrı bir parıltısı vardır. Bu kesinlikle kariyerimdeki en önemli anlardan biriydi; çünkü son derece zor şartlarda elde edildi. Ülkemiz için, kulübümüz için zor bir dönemdi. Tüm iç saha maçlarımızı İspanya’da, Fuenlabrada'da oynamak zorunda kalmıştık. Bütün bu yolculuklar çok yorucuydu. Biz genç bir antrenör ve çok deneyimli yardımcısı, vizyoner Profesör Nikolic’le çalışan genç bir takımdık, neredeyse çocuktuk. Ayrıca başkanımız Kicanovic idollerimden biriydi. Yani bu gerçekten bir aile işiydi. Sanırım bu yüreğimizin en derinlerinden geldi, özellikle kendi yüreğimin... Kicanovic ve onun nesli için tezahürat yapan bir çocuk olarak büyüdüm. Büyürken o tribünlerdeydim ve bir gün o formayı giymenin hayalini kuruyordum. Bunu başardığım gibi o kulüpteki kariyerimi de o şutla bitirdim.
MENTÖRLÜĞÜ, KOÇLUĞU VE DOSTLUĞU İÇİN OBRA'YA MİNNETTARIM
- Zeljko Obradovic ile önce takım arkadaşıydınız. Ertesi sezon başantrenörünüz oldu. O bir sezonluk deneyim daha sonra İtalya'da ve İspanya'da 13 yıl devam ettiğiniz kariyerinize nasıl bir katkıda bulundu?
- Bu kesinlikle güzel bir deneyimdi; çünkü o son derece zeki bir kişi ve çok yetenekli bir koç. Bence basketbolda gelmiş geçmiş en iyi koç olduğunu kanıtladı. Kendisine akıl hocalığı, koçluğu ve dostluğu için hepimiz minnettarız, ben de minnettarım. Bana göre gelmiş geçmiş en büyük koç. O sezon kulüp olarak kazandığımız üç şampiyonlukla yola koyuldu ve bunu birlikte başardığımız için de çok mutluyum. Bizim için çok şey ifade ediyordu. Eminim onun için de öyledir. Ve bu asla unutamayacağımız bir şey oldu. O unvan çocuklarımıza ve gençlerimize ve kesinlikle bir kulüp olarak Partizan'a ve Partizan taraftarlarına miras kalacak.
ŞU ANDA BU OYUN MÜKEMMELE YAKIN
- Aradan 30 yıl geçti. Basketbol da, basketbolun yönetimi de çok değişti. FIBA'nın kontrolünden şimdiki EuroLeague'e geldik. Saha içinde en büyük farkı ne olarak görüyorsunuz? Oyunun temposu mu, savunma mı?
- Kesinlikle oyunun temposu ve bu oyunu oynamak için şu anda ihtiyaç duyulan atletik kabiliyet. Her şey daha yüksek bir standarda evrildi. Aynı zamanda kulüplerin oyunculara sağladığı şartlar da öyle: Tesisler, ayakkabılar, tıbbi malzemeler, oyuncularla ilgilenen sağlık personeli. Hepsi çok iyi hazırlanmış durumda. Genel olarak, takımlar oyuncuları yeteneklerini gösterebilmeleri için en iyi noktaya getirme konusunda çok daha özenli. Ve oyunun kendisi de değişti, kurallar değişti, sahadaki çizgiler bile değişti: Bugün üç sayı çizgisi daha geride. Bu yüzden her şey bu güzel sporu daha iyi ve daha izlenebilir hâle getirmek için gelişti. Eskiden çok daha taktikti. Şu anda mükemmele yakınız. Bu mükemmelliğe ulaşmak kolay değil; çünkü tempo çok yüksek ve savunmalar çok sert. Oyuncuların yetenekleri de koçların talepleri ve bizim taktik düşüncemiz nedeniyle değişti. Yani uzunlar klasik uzun değil. Gardlar da çok güçlü. Kısacası sahadaki oyuncuların fizyonomisi de değişti.
- Yugoslav takımları 1980'li ve 1990'lı yıllarda neredeyse hiçbir yabancı oynatmadan bu spora hakim olmuştu. 30 yıl öncesiyle kıyaslayınca, Avrupa basketbolunda bu hakimiyetin yerini herhangi bir ülkenin aldığını düşünüyor musunuz?
- Bizim neslimizin de diğer nesiller gibi benzersiz olduğuna inanıyorum, diğer her ülkenin durumu da kendine özgü. Bir kıyas yapmaya da gerek yok. Harika kahramanlarımız, harika oyuncularımız, harika koçlarımız vardı. Sonunda harika bir miras bıraktık ve bununla gurur duyuyoruz. Ama bence eski Yugoslavya'da biz büyürken, Zagreb’de, Slovenya’da, Saraybosna’da, Podgorica’da ve Belgrad'daki kulüplerin her biri küçük birer milli takım gibiydi. Uzun süre takımda yer kapmak için mücadele eden bir oyuncu grubu vardı. Hepsi için bunun bir parçası olmak gerçekten büyük keyif alıyordu. Bu beraberlik hedeflere ulaşmak için son derece önemliydi.
KOÇLARIN ÜZERİNDE 'KAZAN, KAZAN, KAZAN' BASKISI VAR
- O dönemde sadece Yugoslavya’da değil diğer ülke takımlarında da yabancı kısıtlaması vardı. Bugün neredeyse yabancı kısıtlamasının hiç olmadığı bir EuroLeague var. Bu acaba ülkelerin basketbol kültürünü zayıflatan bir unsur mu?
- Bu, genç oyuncuların yetişmesine hiç de yardımcı olmayan bir şey. Genç yaşta pek oynama fırsatı bulamıyorlar. Koçların üzerinden de büyük bütçeli kulüplerden gelen ‘kazan, kazan, kazan’ baskısı var. Bu genç oyuncuları ön plana çıkarmak, uzun süre oynatabilmek için gerekli ortam yok. Bu sebeple pek çok genç oyuncu, erken yaşlarda bile bırakın Avrupa'da değil, NBA'de oynamanın yolunu seçiyor.
NBA şu anda bu kurallardan yararlanıyor ve 20'li yaşların başında, proje hâlindeki oyuncuları bile alıyor. Üstelik bu oyuncular henüz olanaklarının en iyi noktasında değiller. Sonra NBA'de oynayan 129'dan fazla ABD'li olmayan oyuncu görüyoruz. Bu küreselleşme basketbol kimliklerinin oluşturulmasına bir engel oluşturuyor ve benim ülkem gibi ülkeler de kesinlikle bundan zarar görüyor.
Yani bir basketbol kulübü olarak güçlü bir oluşum inşa etmek için uzun yıllar harcamanız lazım. Halbuki ülkemizde o kadar çok para yok, bu yüzden EuroLeague'deki yüksek bütçeli kulüplerle rekabet etmek çok zor. O zaman da yine aynıydı, çünkü yine yüksek bütçeler vardı. Bu sebeple Partizan'da yabancısız kadro ve gençlerle elde ettiğimiz başarı daha da değerliydi.
İLAVE OYUN KURUCUMUZ VESELY
- O zamanki Partizan'ın ve daha sonra oynadığınız Milano, Furtitudo Bologna'nın, Barcelona'nın, Real Madrid'in, Scavolini'nin ve Portland’ın oyun kurucusuydunuz. Zaman içinde oyun kurucuların sorumlulukları değişti mi?
- Pekala, o zaman oyunu mükemmel bir şekilde kontrol etmemiz ve okumamız... Yalnızca sahadaki koçun sağ kolu değil, aynı zamanda sahadaki antrenör olmamız beklenirdi. Basketbol yüksek IQ'lu insanların oyunudur ve bu nedenle her zaman oyunu yansıtan anlayışın bir parçası olmak zorundayız. Aksi takdirde, en yüksek hedeflere ulaşamazsınız. Bu sebeple takımı kurarken oyun kurucu odak noktadadır.
En iyi olanı ve en iyi olduğuna inandığınız oyun kurucuyu seçerek, o sezonu gerçekten kupayla biten bir şeye dönüştürebilirsiniz. Bunlar kilit noktalar. Bence oyun kurucu son derece önemli. Ancak bugün itibariyle basketbolda point gard oyun kuran tek pozisyon değil. Çünkü oyununuzu o yönde oluşturursanız, diğer pozisyonlarda da oyun kuruculara sahip olabilirsiniz.
Şu anda elimizde bu örneklerden biri var: Oyunumuzda ilave bir oyun kurucu olan Jan Vesely'ye koçluk yapmaktan mutluluk duyuyorum ve o da bu pozisyonu bir uzun olarak oynuyor. Bütün oyun anlayışı son derece harika. Yani o pozisyonda oyunun kolaylaştırıcısı.
- O zamanki basketbolda kadrolar böylesine geniş değildi, sizin gibi yıldız oyuncular genelde 40 dakika sahada kalırdı. Belki bir-iki dakika nefeslenmek için yedek bankına giderlerdi. Bugün bu pek mümkün değil. Bugünün basketbolunda bir oyun kurucu ya da gard'ın 35 dakika ortalamayla oynaması mümkün mü?
- Evet, bence mümkün. Ancak oyunun temposu çok yüksek olduğu için pek olası değil. Çok fazla atletik beklenti var. Ama aynı zamanda, oyununu bu kadar dakika sahada kalacak şekilde ayarlayabilen oyunculara da çıkabilir. Hiç kimsenin 35-40 dakika sahada olmak gibi bir lüksü yoktu, o zaman bile yoktu. Ancak bazı oyuncuların bunu yapma yeteneği vardı ve oyunu daha iyi anlamak ve enerjilerini bir şekilde korumak için kendilerini fiziksel olarak ayarlamayı başarıyorlardı. Ancak günümüzde tempo gerçekten yüksek ve çok daha fazla top hücum kullanılıyor. Yani oyuncular da çok daha fazla harcıyor. Bu sebeple, hem daha geniş kadrolarımız var hem de oyunculara aynı enerjiyle daha dönebilmeleri için gerekli oyuncu değişikliklerini yapıyoruz.
MİLLİ TAKIMDA HEPİMİZ KARDEŞTİK!
- 1992'de Partizan'daki arkadaşlık ortamını oyuncu olarak daha sonra başka kulüpte gördünüz mü? Çalıştırdığınız kulüplerde o arkadaşlık havasını yaratmaya çalışıyor musunuz?
- Evet, böyle kazanma hırsına sahip takımlarda bulunduğum için şanslıyım. Yani bu ortam takım arkadaşlarım ve koçlarımla beraber yaratma yeteneğimi kullanmama fırsat verdi. Oynadığım milli takımla da neredeyse kardeşliğe varan seviyede bir arkadaşlığımız vardı. Bu kelimeyi belki fazla kullanmış olabiliriz; ama gerçekten birlikte acı çektiğinizde, sona geldiğinizde, etrafınızdaki o arkadaşlarınızla yakınlığı gerçekten hissedebilirsiniz. Ve sezon boyunca oluşturabileceğiniz o arkadaşlık hem eğlenmek hem de başarılı olmak için çok önemlidir. Takımda bunu sağlayabilmek kesinlikle en büyük anahtarlardan biri... Çünkü her maçta, her sezonda, her süreçte ve her finalde bazı sıkıntılı anlarınız olur. Ve o sıkıntılı anlar geldiğinde, yanınızdaki en yakın kişiye sırtınızı yaslarsınız. O kişi senin gerçek dostundur. Basketbolda tıpkı saha içindeki gibi oradan çıkmana yardım edecektir.
- Modern dönemde yani son 20 yılda bir başantrenör için en büyük başarı EuroLeague şampiyonluğu olabilir. Bu şampiyonluğun milli takım başarılarının biraz önüne geçtiğini düşünüyor musunuz?
- Hayır, bence bu doğru değil. Bu tabii ki büyük bir başarı; ama ölçmek zor. Basketbolun sadece EuroLeague'de değil, başka yerlerde de oynandığını her zaman söylerim. Basketbolda büyük başarıları başka yönlerden de ölçebilirsiniz. Bu bir kulüple alınmış bir kupa olduğu gibi, aynı zamanda başka turnuvalar da var. Mesela bence milli takım bir numarada olur. Unutmayalım ki basketbol Avrupa'daki popülaritesi milli takım müsabakaları, Avrupa şampiyonası, dünya kupası, Olimpiyat Oyunları ile oluştu. Ve siz de biliyorsunuz, Türkiye'de, Sırbistan'da ve diğer her yerde, milli takım başarılı olduğunda, aynı gün, hatta o aynı gece kutlamalar yapılırken basketbol oynayan çocuk sayısı 100 katına çıkar.
BİZE ASIL ZARAR VEREN RUSLARIN EL'DEN ATILMASI OLDU
- Oyunculuk kariyerinizde çok iyi bir skorerdiniz. Fenerbahçe Beko ise başarılı savunması ile öne çıkıyor. Bu durumu nasıl açıklarsınız?
- Kişisel kanaatim şu: maçları hücum, şampiyonlukları savunma kazandırır. Benden çok daha akıllı ve daha iyi koçlardan edindiğim kanaat bu. Bu doğru, çünkü bir kez savunmacı bir karakter yarattığınızda, kişilikli bir takım kurmuş oluyorsunuz. Kişiliği olan bir takımınız olduğunda, sonunda kazanan bir takımınız da olabilir.
Sanırım buradan başladık ya da ben buraya odaklandım; çünkü yakın geçmişte burada bir eksiklik vardı. Bu ilk amaçtı ve şu anda taraftarlarımız, kulüpteki insanlar ve tüm oyuncuların takdir ettiği bir durumdayız.
- De Colo ve Vesely’nin yokluğunda takım çok iyi sınavlar verdi. Özellikle İsmet, Henry gibi oyuncular bu süreçte performanslarını ciddi ölçüde yükseltti. Bu süreçte takımı nasıl kenetlediniz ve oyunculardan ekstra katkılar alabildiniz?
- Evet, bu zorlukları yaşadık; çünkü sadece De Colo ve Vesely değil, Henry'nin de bir ayı kaçırması nedeniyle oynadığımız güçlü oyuncu üç veya dört kez değiştirdik. Ayrıca Guduric, yaz mevsiminde geçirdiği bir sakatlık nedeniyle formda değildi. Birçok oyuncu da Olimpiyatlar’da oynamıştı. Bu sebeple, o anda bir tepki vermek ve takımı yönetebilecek kahramanın rolünü üstlenmesi için her oyuncuya sorumluluk vermek zorundasınız. Bazı maçlarda hazır olan Melih, İsmet, Şehmus gibi Türk oyuncularımızdan da çok güzel tepkiler aldık. Metecan Birsen her zaman yüzde 100 veriyor, Ahmet'in de rolü var. Kimseyi atlamak istemiyorum. Tarık Biberovic'in de böyle anları oldu.
- Bir şekilde kimyayı yarattınız. Tüm sorunlara karşın EuroLeague Play-off'una aday takımlardan birisiniz. play-off'a gitme ihtimaliniz için neler söylersiniz?
- Bence Türkiye Kupası’na çok enerji harcadık. Nando ve Vesely'siz oynayacağımızı biliyorduk; çünkü onlar sakattı. Yarı finalde üçüncü ilk 5 oyuncumuz Henry'nin sakatlığını yaşadık. Geriye kalanların 24 saat içinde sorumluluğu devralması kolay değildi. Yine, Barcelona maçında, ilk yarının sonunda iki buçuk aylık uzun el sakatlığından dönen Nando, yine sakatlandı ve bunun hepimiz üzerinde olumsuz bir etkisi oldu. Ama başımız dik, göğsümüzü gere gere ve gururla oynamalıyız. Kolay değil. Bu motivasyonu tüm kadroda korumak koçluk işinin zorluklarından biridir. Ama bize kulüp olarak asıl zarar veren Rus takımlarının EuroLeague'den atılması oldu.Çünkü sahada aldıkları galibiyetler yok sayıldı. Ayrıca kalan üç maçtan ikisini evimizde oynayacaktık. EuroLeague'de taraftarlarımızın önünde son iç saha maçımızı oynamamızın üzerinden sanki bir ası geçmiş gibi. Halbuki oyuncular bunu seviyor, hissediyor. Evde oynadığımız zaman onlara her zaman şunu söylüyorum: Taraftarlar için oynadığınız kadar onlarla beraber de oynayın. Onlardan gelen heyecanı onlara geri verin.
TİPLEME
- En iyi koç?
- Zeljko Obradovic.
- En iyi oyuncu?
- Tüm takım arkadaşlarım
- En zorlu deplasmanlar?
- Partizan ve Kızılyıldız
- Sizce Fenerbahçe?
- Fanatik bir sevgi